Erkan GÖKSU: Türklerin İslamiyet’i Kabul Psikolojisi

Türklerin İslamiyet’i Kabul Psikolojisi

Doç. Dr. Erkan GÖKSU

17.12.2016

beyaztarih.com

Türklerin İslâmiyet’i kabulüyle neticelenen tarihî sürecin siyasî, askerî ve tarihî safhaları ile ilgili muhtelif çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalar, konu hakkında bilinmeyen birçok hususu aydınlığa kavuşturmakla birlikte muhtelif tez ve düşüncelerin ortaya çıkmasına da zemin hazırlamıştır. Ortaya çıkan görüş farklılıkları içerisinde en dikkat çekicisi, “Türklerin, önceden mensup oldukları inanç sistemi ve hayat tarzıyla büyük bir benzerlik taşıyan İslâmiyet’i kabulde hiç zorlanmadıkları ve bu yeni dinle tanışmalarından hemen sonra çok hızlı bir şekilde ve toplu olarak İslâmiyet’i kabul ettikleri” görüşüne karşı “aslında bu sürecin hiç de söylendiği gibi kısa sürede ve kolay olmadığı, hatta Türkler arasında İslâmiyet’in cebrî bir surette yayıldığı” iddiasıdır. Konuyu ele alan araştırmacıların, aynı tarihî kaynaklardan istifade etmiş olmalarına rağmen, çok farklı neticelere ulaşmaları veya birbirine taban tabana zıt görüşler ileri sürmeleri ilginçtir. Kanaatimizce bu durumun sebebi, meselenin sadece tarihî hadiselerden hareketle ele alınması ve buna bağlı olarak sözkonusu sürecin sosyal, psikolojik, kültürel ve iktisadî cephelerinin ya ihmal edilmesi ya da kişisel görüş ve kanaatlere göre şekillendirilmiş olmasıdır. Hâlbuki Türklerin İslâmiyet’i kabul sürecini, sadece tarihî kaynaklarda yer alan bilgileri, hele de bu bilgilerin bir kısmını veya istenen kısımlarını ele almak suretiyle izah etmek mümkün değildir. Zira sözkonusu süreç, tarihî olduğu kadar sosyolojik, psikolojik, kültürel ve hatta iktisadî cepheleri olan çok yönlü bir değişim sürecini kapsamaktadır. Bu bakımdan bir “din değiştirme” hadisesi olan Türklerin İslamiyet’i kabul sürecini, özellikle psikolojik ve sosyolojik yönlerini esas almak suretiyle değerlendirmek, meselenin izahı için daha “doğru” ve “gerçekçi” bir bakış açısı oluşturma konusunda büyük önem taşımaktadır.

Türklerin İslâmiyet’i kabulü, neticeleri itibarıyla sadece Türk ve İslâm tarihinin değil, dünya tarihinin de en önemli hadiselerinden biridir. Konunun bu derece büyük bir önem arz etmesi, başta tarihçiler olmak üzere farklı disiplinlerden birçok araştırmacı tarafından, Türklerin İslâmiyet’i kabulüyle neticelenen tarihî sürecin siyasî, askerî ve tarihî safhaları ile ilgili muhtelif çalışmalar yapılmasına sebep olmuştur. Bu çalışmalar, konu hakkında bilinmeyen birçok hususu aydınlığa kavuşturduğu gibi muhtelif tez ve düşüncelerin ortaya çıkmasına da zemin hazırlamıştır. Buna bağlı olarak Türklerin İslâmiyet’i kabulünde etkili olan sebeplerden, ilk Müslüman Türk devletinin hangisi olduğu meselesine kadar muhtelif konularda farklı görüşler ileri sürülmüştür.

Tali meselelere yoğunlaşan ya da Türklerin İslâmiyet’i kabul sürecinin seyri ve neticesi hakkında oluşacak genel kanaate fazlaca tesiri bulunmayan spesifik tartışmalar bir yana bırakılacak olursa, ortaya çıkan görüş farklılıkları içerisinde en dikkat çekicileri, “Türklerin, önceden mensup oldukları inanç sistemi ve hayat tarzıyla büyük bir benzerlik taşıyan İslâmiyet’i kabulde hiç zorlanmadıkları ve bu yeni dinle tanışmalarından hemen sonra çok hızlı bir şekilde ve toplu olarak İslâmiyet’i kabul ettikleri” görüşü ile “Aslında bu sürecin hiç de söylendiği gibi kısa sürede ve kolay olmadığı, hatta Türkler arasında İslâmiyet’in cebrî bir surette veya kılıç zoruyla yayıldığı” iddiasıdır. Bu iki görüşün dışında, bu görüşlerin türevi olarak nitelendirilebilecek bir kaç görüş daha mevcuttur ki, bunlardan bazıları şu şekildedir:

a) Türklerin Müslüman olmakla “İslam’ı şereflendirdikleri”

b) Türklerin İslam’ı kabul etmekle “şereflendikleri”

c) İslam’ı kabul etmenin Türk tarihindeki en büyük hata olduğu

d) Türklerin Müslüman olduktan sonra bazı “millî” hasletlerini kaybettikleri

e) Türklerin İslam sayesinde Türklüklerini ve benliklerini koruyabildikleri

f) Türklerin ancak İslam’a girdikten sonra gerçek anlamda medenîleştikleri.

Konuyu ele alan araştırmacıların, aynı tarihî kaynaklardan istifade etmiş olmalarına rağmen, çok farklı neticelere ulaşmaları veya birbirine taban tabana zıt görüşler ileri sürmeleri ilginçtir. Kanaatimizce bu durumun sebebi, meselenin sadece tarihî hadiselerden hareketle ele alınması ve buna bağlı olarak sözkonusu sürecin sosyal, psikolojik, kültürel ve iktisadî cephelerinin ya ihmal edilmesi ya da kişisel görüş, kanaat ve ideolojik yaklaşımlara göre şekillendirilmiş olmasıdır.

Hâlbuki Türklerin İslâmiyet’i kabul sürecini, sadece tarihî kaynaklarda yer alan bilgileri, hele de bu bilgilerin bir kısmını veya istenen kısımlarını ele almak suretiyle izah etmek mümkün değildir. Zira sözkonusu süreç, tarihî olduğu kadar sosyolojik, psikolojik, kültürel ve hatta iktisadî cepheleri olan çok yönlü bir değişim sürecini kapsamaktadır ve bu durumun göz ardı edilmesi, son derece ciddi hatalara, yanlış anlamalara ve gerçek dışı kanaatler oluşmasına sebep olabilir.

Biz bu çalışmada, şimdiye kadar genellikle tarihi, dini veya milli yaklaşımlarla değerlendirilen Türklerin İslamiyet’i kabul sürecinin, psikolojik ve sosyolojik cephelerine işaret etmek suretiyle meselenin izahı için yeni bir bakış açısı veya yöntem sunmaya çalışacağız. Bunu yaparken de günümüz psikolog ve sosyologlarının, bilhassa din psikolojisi ve din sosyolojisi alanlarında ortaya koydukları günümüz toplumlarında yaşanan “din değiştirme” hadiseleriyle ilgili tespit, tahlil ve değerlendirmelere dikkat çekeceğiz.

1- “Din Değiştirme” Nedir?

Türklerin İslamiyet’i kabulü, her şeyden önce bir “din değiştirme” hadisesidir. Dolayısıyla süreci değerlendirirken ilk olarak üzerinde durulması gereken husus, “din değiştirme” mefhumu olmalıdır.

“Din değiştirme” olgusunun, çok eski tarihi dönemlere kadar uzanan bir geçmişi olduğu şüphesizdir. Denilebilir ki, bir dine girme ve çıkma anlamında din değiştirme, dinin tarihi kadar eskidir. Ancak bunun din sosyolojisi veya psikolojisi alanında bilimsel araştırmalara konu olması oldukça yeni sayılır. Bu bakımdan “din değiştirme” mefhumu üzerinde semantik bir karmaşa mevcut olup farklı yazarlar tarafından farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bu farklı görüşler gözden geçirildiğinde “din değiştirme”, mensubu bulunduğu dinin kendisine yüklediği yükümlülükleri yerine getiremeyen bir kimsenin bu tavrından vazgeçmesi; kendisini “inançsız” olarak niteleyen bir kişinin kendi toplumunun dini kurallarını kabul ederek dindarlaşması veya bir dini reddederek bir başka dine inanması gibi anlamlar ifade etmektedir. Kavram, ayrıca “farklı bir din ideali için dini fikir ve bağlılıktan vazgeçme, dini inanç ve davranışlarla ilgili yön değişimini içine alan manevi evrim ve gelişme” olarak da tanımlanmaktadır.

Bir yönüyle psikolojinin, diğer bir yönüyle de sosyolojinin ilgi alanına giren din değiştirme, dinî inanç ve davranışlardaki köklü değişim ve dönüşümü ifade eder. Bu aynı zamanda da bir “kimlik değişimi”dir. Dolayısıyla din değiştirme, sadece teolojik veya dinî bir eylem değil, aynı zamanda da psikolojik ve sosyolojik bir hadisedir. Sosyolojik açıdan bakıldığında, bir dine veya dinî bir gruba girmek kadar, ayrılmak da din değiştirme kavramı içerisine girmektedir. Aslında bir “yeniden toplumsallaşma” süreci olan din değiştirme, “kişilik sisteminin, dinî inanç ve ibadetleri de içine alacak şekilde yeniden düzenlenmesi” veya “bir tür manevi evrim ve gelişme” olarak da tanımlanabilir. Bu durumda din değiştirme, sadece “eski inançtan ayrılma” değil, aynı zamanda da “yeni inanca varma”dır.

Psikologlar, din değiştiren bireyi, din değiştirmeye yönelten faktörlerden yalıtarak ele alırlar ve olgunun yalnızca psikolojik boyutu üzerinde yoğunlaşırlar. Sosyologlar ise din değiştirme olgusunu toplumsal kurumlar ve mekanizmalar tarafından harekete geçiren ve şekillendiren faktörlerin bir sonucu olarak görürler. Ancak unutulmamalıdır ki din değiştirme; din, insan, toplum-kültür üçgeninde meydana gelir. Dolayısıyla meseleyi bir yönüyle açıklamaya çalışırken diğer yönleri göz ardı etmek, meselenin eksik, hatta yanlış izah edilmesine sebep olacaktır. Bu bakımdan meseleyi sadece psikolojik veya sosyolojik olarak değil, her ikisini de kapsayan psiko-sosyal bir yaklaşımla ele almak daha doğru bir yaklaşım olacaktır.

2- İnsanlar veya Toplumlar Neden Din Değiştirir?

Din değiştirme olayı çoğu zaman bir tek sebebe indirgenemeyecek kadar çok boyutlu ve karmaşık/kompleks bir olgudur. Çeşitli araştırmacılar tarafından belli başlı din değiştirme modelleri ileri sürülmekle birlikte, din değiştiren her bireyin kendine mahsus şart ve özelliklere sahip olduğu söylenebilir. Bu yüzden din değiştirme hadisesini tek bir bakış açısı veya modelle açıklamaya kalkışmak, yanlış değerlendirmelere sebep olabilir. Din değiştirme hadisesi, belli başlı tek bir sebep veya faktörü olmayan, çok kapsamlı ve çok yönlü sonuçlar doğuran, değişik şekil ve şartlarda ve en önemlisi kişinin yetiştiği kültürel ortama bağlı olarak gerçekleşen ferdi bir tecrübedir. Her dinde, her devirde, küçük çocuklar hariç her yaş grubunda gerçekleşebilmektedir.

Bazı araştırmacılar, din değiştirme için bir “geçerli sebepler”in bir de “yeterli sebep”in olduğuna işaret ederek bunların birbirinden farklı olduğuna dikkat çekmişlerdir. Buna göre, din değiştirmeyi etkileyen çok sayıda “geçerli sebep” bulunurken “yeterli sebep” tektir. Bir başka ifadeyle, “yeterli sebep” devreye girmeden “geçerli sebepler” din değişikliğine imkân vermez. Bazen yaşanan tek bir travmatik tecrübe dahi bireyin dinî anlamda değişim yaşamasına sebep olabilir.

Din değiştirmeyi psikolojik sebeplerini inceleyen araştırmalar genelde dört ana grupta toplanabilir: Birincisinde Freud’un ortaya attığı psikanalitik yaklaşımdan hareketle olguya yaklaşma söz konusudur. Bu akımı takip eden araştırmacıların çoğu içsel, duygusal unsurlara ve özellikle çocukluk döneminde anne-baba ilişkilerine göndermede bulunmaktadırlar. İkincisi, din değiştirmede çevreye büyük önem yükleyerek, din değiştirmeyi çevresel faktörlerin etkisiyle açıklamaya çalışmaktadır. Bu görüşte kişinin ailesi, eğilimleri, eğitimi vb. süreçlere vurgu yapılır. Üçüncüsü W. James’le başlayan daha hümanist bir yaklaşımla din değiştirme olgusuna yaklaşan görüştür. Bu yaklaşımda din değiştirmenin, kişinin kendini gerçekleştirmesine etkisi olduğu vurgulanır. Dördüncüsü ise zihinsel ve sosyal süreçlere vurgu yapar.

Din değiştirmenin psiko-sosyal nedenlerini açıklamaya çalışan bazı araştırmacılar ise şu üç temel hususa işaret etmişlerdir:

Birinci görüş, din değiştirmeyi strese karşı bir çözüm olarak niteleyen görüştür. Buna göre kişi, stresi oluşturan durumu, tabiatüstü güçlerle dayanışmaya girerek ya da strese sebep olan koşulları bertaraf etmek suretiyle kendi referans grubunu değiştirerek aşar.

İkinci görüş, kişiyi din değiştirme sonucuna götüren süreci, yakın zamandaki şartlardan ziyade, kişinin çocukluk döneminde yaşadığı türlü hadiselere, eğitim süreci ve ailesinin eğilimleri gibi uzun zaman alan süreçlere dikkat çekmek suretiyle açıklamaya çalışan görüştür.

Üçüncü görüş ise kişinin başkalarının bakış açılarını kazanarak kendisinin tecrübe ettiği olayları farklı şekilde yorumlamasına yol açan diğer insanlarla olan ilişkisi, onlardan etkilenmesi üzerinde duran görüştür.

Bunların yanında çocukluk dönemi aile içi ilişkiler, ebeveynin dinî yaşantısı ve bunun çocuk üzerindeki etkileri,  suçluluk ve günahkârlık duygusu, anlam isteği ve zihinsel tatmin, varoluşsal kaygılar, boşluk hissi, dramatik tecrübeler, dinî olgunlaşma ve arayışlar, “mistik yönelimler, mevcut dinî inanca yönelik eleştiriler, dindarlara ve din adamlarına yönelik tenkitler, dinî tecrübeler, rüyalar ve vizyonlar, dinî ikna, sosyal etkileşim, evlenme, maddî çıkar sağlama çabaları ile kültürel yabancılaşma, hâkim kültürün etkisi, kitle iletişim araçları, kültürel yozlaşma, olumsuz din ve dindar imajı ve misyonerlik faaliyetleri gibi sebepler de din değiştirmede etkili olan faktörler arasında sayılabilir.

3- Din Değiştirmede Bireyin Konumu Nedir?

Din değiştirmede karar verme aşamasında sadece birey mi yoksa başka sebepler mi belirleyici rol oynar?

Araştırmacılar bu soruya cevap olarak iki yaklaşım üzerinde dururlar:

a. Pasivist (Edilgen) Yaklaşım

Bazı din değiştirme hadiselerinde birey pasif olup birey dışındaki etkenler aktiftir. Bu tür din değiştirme hadiselerine “kendinden geçme” adını verenler de olmuştur. Din değiştirmeye etki eden temel faktör, bireyin bilhassa çocukluk döneminde yaşadığı hayat tecrübeleri veya din değiştirme hadisesinden hemen yaşadığı duygusal karmaşadır. Bu tarz din değiştirme duygusaldır ve genellikle bir anda veya çok kısa zaman içerisinde meydana gelir. Din değiştirme hadisesinde bireyin çevresel veya duygusal bir takım etkenlere maruz kaldığını savunan bu anlayışa göre din değiştirme, ferdin bilinçli bir çaba sarf etmesine gerek olmadan, ferdi yönlendiren iç ve dış faktörlerin belirlediği bir değişimdir. Psikologların çoğu din değiştirme hadisesini çatışma, engellenme ve bilinçsizlik sonucunda gerçekleşen bir olgu olarak görmektedir. Bu duygular, insanın içinde birikince kişi Tanrıya boyun eğerse bir anda ortaya çıkar. Bu duyguların dışa vurumu kendini din değiştirme şeklinde gösterir.

b. Aktivist (Etken) Yaklaşım:

Kişi bizzat aktif, bilinçli ve arayan faildir. Bu bakımdan din değiştirme süreci duygusal değil, aklî ve entelektüel bir çabadır. Birey, kendisini tatmin edecek bir hayat tarzı bulma gayreti içerisindedir. Dolayısıyla bu tür din değiştirme hadiseleri uzun bir düşünme ve araştırma neticesinde gerçekleşir. Birey, süreci idrak edip değişimi özümseyerek neticelendirir. Bu bakımdan bu tür din değiştirme hadiselerine “iradî” diyenler de olmuştur. Bu tür din değiştirmenin genel özellikleri şu şekildedir: Kişi bizzat aktif, bilinçli ve arayan faildir; bu bakımdan din değiştirme süreci duygusal değil, aklî ve entelektüel bir çabadır; din değiştirme bir defa gerçekleşip sonuna kadar devam eden bir hadise değil, kademeli bir şekilde meydana gelir; bu tecrübe için bir prototip yoktur.

4- Din Değiştirme Sürecinde Hangi Faktörler Etkilidir?

Din değiştirme sürecinde etkili olan faktörler üzerinde iki yaklaşım söz konusudur. Ancak bu iki yaklaşım birbirini nakzetmekten ziyade din değiştirme sürecinde etkili olan farklı faktörleri vurgulamaktadır:

a. Mahrumiyet (deprivation) teorisi

Bu teoriye göre insanlar sosyal, psikolojik veya fiziksel yönden bir şeylerden mahrumdurlar ve ideolojik olarak bir grubun, dinin veya mezhebin mesajını almaya hazırdırlar. Bu görüşe göre kendi hayat ve bakış açılarından veya inanç sistemlerinden memnun olmayan kişiler bir arayış içindedirler. Kişi veya grupların maruz kalabilecekleri beş türlü mahrumiyet vardır:

Ekonomik Mahrumiyet: Toplumda gelir dağılımından kaynaklanan bir mahrumiyet olarak görülür. Kişi kendisini standardın altında görmektedir. Kişilerin ekonomik düzeylerinin göreceli olduğu söylenebilir. Fakat burada önemli olan, başkalarının kişiyi hangi düzeyde gördüğü değil, kişinin kendisini hangi düzeyde gördüğüdür.

Sosyal Mahrumiyet: Kişinin prestij, statü, sosyal katılım vb. konularda kendisini düşük görmesi ve bu sebeple çevresi tarafından kabullenilmediği hissini yaşamasıdır.

Ahlakî Mahrumiyet: Kişinin artık toplumun temel değerlerinin kendi hayatını düzenleme kabiliyeti taşımadığı ve kendisinin yeni bir alternatif bulması gerektiği hissini yaşamasıdır.

Ruhsal Mahrumiyet: Kişi maddi tatminler anlamında problemler yaşamaz, fakat manevi olarak yaşantısından zevk almamaktadır. Ruhsal mahrumiyet genelde şiddetli ve çözümlenmemiş sosyal mahrumiyetin ardından yaşanır.

Organizmik Mahrumiyet: Zihinsel ve fiziksel mahrumiyetleri kapsar. Herhangi bir bedensel ya da zihinsel özür nedeniyle kişi toplumla bütünleşme hissini yakalayamaz.

b. Sosyal ağ (social network) teorisi

Bu teoriye göre bir grubun mevcut üyeleri ile potansiyel kişiler arasındaki bağlar din değiştirme sürecinde temel faktördür.

Görüldüğü üzere birinci yaklaşım (mahrumiyet teorisi), grupların fertleri ödüllendirdiklerini ve mahrumiyetlerini çekilebilir hale getirdiklerini iddia ederken, ikinci yaklaşım (sosyal ağ teorisi) ikili ilişkileri üyeliğe girme sürecinin merkezine koyarak yeni inancın kişinin temas halinde olduğu kişi ve grubun dini görüşüne uymasıyla gerçekleştiğini ve üyeliğin sosyal ağ ile yayıldığını savunur. “Sosyal ağ” yaklaşımı mahrumiyet teorisini tamamen reddetmez. Mahrumiyetin ve sosyal problemlerin din değiştirmeyi etkileyen ve hızlandıran faktörler olduğunu, ama bir gruba girerken atılan hayati adımın grup üyeleri ile olan kuvvetli sosyal bağlar neticesinde gerçekleşebileceğini ileri sürer. Daha önce de belirtildiği üzere bu iki yaklaşım birbirini nakzetmekten ziyade din değiştirme sürecinde etkili olan farklı faktörleri vurgulamaktadır. Mahrumiyetin merkeze oturtulmasına karşı çıkanlar bile onun en azından din değiştirmeyi hızlandıran sebeplerden birisi olduğunu kabul ederler.

5- Din Değiştirme Motif ya da Tipleri

Din değiştirme olgusunun çeşitli şekillerde olduğunu vurgulayan en önemli araştırmalardan biri Lofland ve Skonovd’ın motif/tip teorisidir. Lofland ve Skonovd, din değiştirme ya da dindarlaşma üzerine yapılan araştırmaları değerlendirerek altı motif ortaya koymuşlardır.

1. Entelektüel: Kişi alternatif dini, onun hayat şeklini araştırarak, öğrenerek tanır. Kişinin, araştırdığı alternatif din veya ideolojinin mensuplarıyla münasebeti şart değildir. Kendisini etkileyen asıl faktör bir sosyal etkileşim değildir. Asıl olan entelektüel tatmindir.

2. Duygusal: Kişi benimseyeceği dinin mensuplarından veya kültürel öğelerinden etkilenir. Onlara karşı sempati geliştirir. Evlilik yoluyla din değiştirmeler daha çok bu motifle gerçekleşir. Bazen sosyal bir baskı söz konusudur, fakat bu daha ziyade yardımcı bir unsur olarak vardır.

3. Deneysel: Kişi alternatif olarak gördüğü bir dini yaşamayı ve bu dinin kendisine yaşatacağı yeni hayatı denemeyi tercih eder. Din değiştirme kararı bu sürecin sonunda gelir. Kişi bir grubun ibadetlerine, faaliyetlerine katılır. İzafi olarak az da olsa bir sosyal tesir söz konusudur.

4. Mistik: Kişinin kendisini derinden etkileyen bir mistik tecrübe geçirmesi söz konusudur. Bu tecrübe bir rüya, vizyon, gaipten sesler duyma olabilir. Bu tür din değiştirmeler aniden gerçekleşir.

5. Yeniden Uyanış: Bu motifte din değiştirme hadisesinden çok, halen mensup olunan dinde dini duyguların dindar bir grup veya kişi tarafından vaazlar, sohbetler veya çeşitli dini propagandalar vasıtasıyla harekete geçirilmesi söz konusudur. Yani kişi, o andaki dini duygularının tesiriyle dindarlaşmaya karar verir.

6. Cebrî (zorlama): Bu tarzda din değiştirmeye, her türlü maddi veya manevi baskı ve zorlama dahil olduğu gibi, çeşitli tekniklerle yapılan beyin yıkama yöntemi de dahildir. Batı’daki bazı yeni dinî akımların bu metodu kullandıkları iddia edilmektedir. Ferdin tamamıyla bir grup veya kişinin (bu daha çok karizmatik bir liderdir) etkisi veya dolaylı zorlaması altında kalması söz konusudur.

Bu altı motifin yanı sıra, Lofland ve Skonovd bu motiflerin her birine uygulanabilen başlıca beş değişken/boyut (variation/dimension) tanımlamışlardır. Bu değişkenler her bir motifin özelliklerinin ayrıntılı profilleri olarak değil, oldukça geniş bir ihtimaller alanı içerisinden onların yerini tayin etmeye yardım edecek başlıca görünüşleri olarak yorumlanmalıdır. Zihinsel, fiziksel ve duygusal özellikleri içeren bu değişkenler şunlardır:

1. Sosyal baskı derecesi (degree of social pressure)

2. Zaman dilimi (temporal duration)

3. Duygusal uyanma seviyesi (level of affective arousal)

4. Duygusal nitelik veya içerik (affective content)

5. İnanç-katılma sırası (belief-participation sequence).

Lofland ve Skonovd’un tipolojisi keyfi farklılıkların etkisinde kalmaksızın bir yandan temel nesnel olgular arasından beş değişkenle eşleşenleri belirlemeye imkân verirken, diğer yandan din değiştirenin öznel ifadelerine itibar eder. Böylece bu altı motif, din değiştirmede etkili olduğu kabul edilen objektif faktörlere fenomenolojik geçerlik sağlar. Bu şekilde bu motifler işlevsel duruma ve empirik araştırmaya uygun hale gelir. Bu tipolojide gerçeğin üç düzeyinin olduğu varsayımı gizlidir. İlki sosyal bilimciye işlenmemiş bir malzeme sağlayan, din değiştirmenin “olgunlaşmamış hakikati” veya fiili gerçekliği, ikincisi din değiştirenin deneyim ve yorumları, üçüncüsü ise sosyal bilimcilerin analitik yorumlarıdır. Bu motifler farklı sosyal ortamlarda, farklı devirlerde ve farklı sıklıklarda ortaya çıkmıştır. Mesela, eskiden yaygın olan mistik motif günümüzde yerini genelde entellektüel motife bırakmış gözükmektedir. Gelişmiş medyaya sahip toplumlarda entellektüel ve duygusal motif artış gösterirken, yeniden uyanış motifinde azalma gözlenmektedir.

6- Din Değiştirme Ne Kadar Süre İçerisinde Gerçekleşir?

Din değiştirme olayında genelde bir hazırlık devresi, bir süreç ve zaman söz konusudur. Fakat değişim, insan ruhunda yavaş yavaş cereyan ederek gelişip ortaya çıkabileceği gibi aniden de doğup kendini gösterebilir.

a) Ani din değiştirme

Ender görülen ani din değiştirme eylemine Hıristiyan dünyadan Aziz Pavlus, İslam dünyasında ise Hz. Ömer örnek gösterilir. Ancak bu tür din değiştirmelerde bile şuuraltının bir hazırlığının söz konusu olduğu şüphesizdir. Bu tarz bir değişim beklenmedik şekilde insanların ani olarak aldıkları karar sonucunda ortaya çıkan değişimdir. Bu tür değişimler, bunalımlı ya da kendinden geçerek dinsel değişim olarak da ifade edilmektedir. Böyle bir dinsel değişime, değişimi yaşayan birey çok da hazırlıklı değildir. Bu yüzden bunalım ve kriz ortamında çok kısa bir sürede değişim kararı alınır ve uygulanır. Ani dinsel değişimin en belirgin özelliği beklenmedik şekilde ve çok kısa sürede ortaya çıkmasıdır. Ani dinsel değişim çatışma, engellenme ve bilinçdışı ile açıklanmaktadır. Bu yüzden kişisel yetersizlik duygusu, olumsuz benlik algısı ve herhangi bir günahtan kaynaklanan, günahkârlık hissinden beslenen suçluluk duygusu gibi çatışma ve engellenmeleri bastıran insanlar ani dinsel değişime daha yatkın kişiler olarak görülebilir. Mistik veya travmatik bir hadise yaşayan bireyler de ani dinsel değişim kararı alabilmektedir.

Ani din değiştirme, birden bire ve çok kısa bir zaman içerisinde gelişimini tamamlar. Bu, duygusal bir kriz niteliğindedir. Ani din değiştirmede kişinin kendi benliğinden vazgeçmesi, kendini tamamıyla teslim etmesi, tam alıcı durumuna geçmesi halinde, “sezgisel içe doğuş” sonucu anlık bir değişime uğraması söz konusudur. Buna karşılık bu tür din değiştirmenin, her ne kadar ani olarak nitelendirilse de belli aşamalar neticesinde ortaya çıktığını ileri sürenler de olmuştur. Birinci aşamada, insanda kafa karışıklığı, huzursuzluk, çatışma ve büyük ölçüde bilinçsizlik görülür. Bu aşamada yaşam anlamını kaybeder. İkinci aşamada, bir aydınlanma duygusu ve kavrama gücü gelişir ve köklü bir değişim ortaya çıkar. Bu değişimde, bireyin dünyası benlikten uzaklaşır ve Tanrıya yönelir. Üçüncü aşamada, bütünleşme ve ahenk duygusu, barış, sükûnet ve içsel huzur görülür.

b) Yavaş ya da Süreç Dâhilinde Din değiştirme

Yavaş ya da süreç dâhilinde gerçekleşen din değiştirmeye gelince: Bu tür din değiştirmede zamanın işleyişi bazen yavaş bazen de hızlı olabilir. Süreç içerisindeki dinsel değişim ani bir değişim değildir. Değişim süresi yılları alabileceği gibi birkaç ay veya birkaç hafta da olabilir. Bu tür dinsel değişim yaşayan bireyler değişim kararı almadan ilgi duydukları dini enine boyuna araştırarak değerlendirir. Önce zihinsel bir hazırlık dönemi yaşanılır. Bu dönemde insan kendisini ve var olan dinî inancını sorgular. Birtakım karşılaştırmalar yapmak suretiyle bağlandığı inanç, ibadet sisteminin ve ahlaki değerlerin yetersiz olduğu, kişiyi tatmin etmediği kanısı oluşur. Böyle bir insan adım adım kendi dininden uzaklaşır. Kendi diniyle bağları iyice zayıflayan birey, hayatında dini önemsizleştirebileceği gibi ateist bir düşünceyi benimseyebilir veya başka bir dine de yönelebilir. Bu durumda bu tür din değiştirmenin yavaş yavaş ve uzun bir zaman sürecinde gelişme göstereceğini muhakkaktır. Bu süreçte kişi aklını ve tercihini kullanmak suretiyle yavaş yavaş yeni bir inancı kişiliğine mal eder. Bu kademeli bir yeniden yapılanmadır. Bunda büyük bir iradi çaba sözkonusudur.

Din değiştirme basit bir ihtiyaç ve arzu tatmini değildir. O adeta bir ideal değiştirmektir. Zira onda yıllardan beri kökleşmiş olan inanç ve davranışların kökünden değişmesi söz konusudur. Kişinin yanlış olarak idrak ettiği halden doğruluğuna inandığı yeni bir hale yönelmesi, onun çevresini ve dünya görüşünü değiştirmesi anlamına gelir. Bu durumda en yerleşik âdetler sarsılır, kaide, kural olarak kabul edilmiş olan prensipler, inançlar değişir ve farklı şekillerde yönelişler ortaya çıkar. Din değiştirme her ne şekilde olursa olsun bilinçli bir hazırlık devresini gerektirir. Din değiştirme süreci, bireyin hayatında sıkıntılı bir devredir. Din değiştirme hemen hemen değişim krizlerinin son bulduğu anda tamamlanır. Bu nokta üzerinde psikologlar arasında görüş birliği vardır. Hiçbir din değiştirme geçmişi olmadan ortaya çıkmamıştır. Önemli olan bu geçmişte nelerin etkili olduğunun ortaya konmasıdır. Böyle bir değişimin meydana gelebilmesi için bir insan zamana ihtiyaç duyar. Çünkü bir insanın, yıllar boyunca edindiği köklü inanç ve davranış örüntülerini bir anda yok sayması, onların yok oldukları anlamına gelmez.

Görüldüğü üzere bu tür bir din değiştirmede birey, kendisine hayata ilişkin çeşitli sorular yöneltir ve bu sorulara verilebilecek dinsel ve din dışı yanıtları gözden geçirir. Dinlere ilişkin çeşitli araştırmalar yapar. Böylece birey yavaş yavaş bir inancı reddetme noktasından, onu kabul etme noktasına doğru hareket eder. Tedrici olarak gelişen dinsel değişimin psikolojik açıklamasında ortaya çıkan temel kavram entelektüel süreçtir. Dinsel değişimi yavaş yavaş yaşayan birey, hayatın anlamını araştırmak ve temel sorulara cevap bulmak için bilişsel etkinliklere gereksinim duyar. Bu gereksinim karşılanmazsa engellenme hissedilir. Ama birey imana yönelir ve bu gereksinimlerini karşılar. Bilinçlilik ve daha etkin olmanın öne çıktığı bu dinsel değişim biçimine iradî dinsel değişim de denir.

Bu özet bilgiden hareketle ani ve yavaş gerçekleşen din değiştirme eylemleri arasındaki farkları şu noktalarda toplamak mümkündür:

Ani din değiştirme duygusaldır, rasyonel değildir. Kişi pasiftir, harici etki altındadır. Dramatik (çarpıcı) bir benlik değişimi söz konusudur. Önce inanç, sonra davranış değişimi gelir. Günahtan ve hatadan kurtulmuş olma duygusu baskındır. Sert bir teoloji anlayışı vardır. Buna karşılık yavaş veya süreç dahilinde din değiştirme ise rasyoneldir, duygusal değildir. Kişi aktif, arayıcı ve seçicidir. Kendini gerçekleştirme söz konusudur. Önce davranış, sonra inanç değişimi gelir. Anlam ve amaç arayışı söz konusudur. Yumuşak bir teoloji anlayışı vardır.

7- Din Değiştirme Süreç Modelleri

Bazı araştırmacılar yukarıda bahsedilen yavaş ya da süreç dahilinde din değiştirme hadiseleri üzerinde yaptıkları psiko-sosyal incelemeler neticesinde bir süreç modeli ortaya koymuşlardır. Şüphesiz bütün din değiştiren bireylerde aynı şekilde yaşanan ve aynı yoğunlukta tecrübe edilen bir süreç modelinin varlığını söylemek mümkün değildir. Çünkü din değiştirme, bireyin kendi iç dünyasında çok özel şartlardan etkilenen ve yine bireyin çevresinden birçok değişkenin etkide bulunduğu bir değişim hadisesidir. Ancak bir araştırmacı incelediği deneklerden hareketle incelediği grup için geçerli bir süreç modeli ortaya koyabilir. Bu modelin tüm din değiştirme hadiseleri için geçerli olduğunu ileri sürmek ise biraz fazla iddialı bir yaklaşım olur. Nitekim konuyla ilgili çalışmalarıyla dikkat çeken Ali Köse de süreç modellerle ilgili şunları söylemektedir: “Bizim araştırmamızdan ortaya çıkan netice tüm din değiştirme hadiseleri için belirlenmiş bir süreç modelinin olamayacağı yönündedir. Her din değiştirme hadisesinin kendine mahsus boyutları olabilir. Hadiseye yalnız kişi veya grup açısından yaklaşarak tek bir bakış açısına takılıp kalmak olayın anlaşılmasını zorlaştırır. Yeni dinî hareketleri inceleyen bazı araştırmacılar fertlerden ziyade gruplar üzerine dikkatlerini yoğunlaştırarak belirli bir gruba girenlerin aynı tür geçmişe sahip olduklarını, aynı süreçleri tecrübe ettiklerini ve aynı sebeplerden bu gruplara girdiklerini belirtmişlerdir. Aslında bu araştırmada yer alan mühtedilerin geçmişlerinin tahlili göstermiştir ki, bu her zaman böyle değildir. Mühtediler hayat tecrübelerinde, din değiştirme sebeplerinde farklılaşabilirler.”

Biz burada, sadece meseleye farklı bakış açıları kazandırmak düşüncesiyle literatüre girmiş birkaç din değiştirme süreç modeli üzerinde durmak istiyoruz.

Din değiştirme süreç modelleri içerisinde en meşhuru, Lofland ve Stark tarafından geliştirilen modeldir. Sözkonusu araştırmacılar, Batı’daki yeni dini hareketlerin psiko sosyal açıdan araştırılmasının başlangıcı sayılabilecek çalışmalarında, Doomsday Cult ismi verilen hareketi inceleyerek kişinin yakın dönemdeki tecrübelerini ve dâhil olduğu grubun üye kazanma metotlarını da göz önünde bulundurarak yedi safhalı bir din değiştirme süreç modeli oluşturmuşlardır. Bu safhalar şu şekildedir:

1. Birey aşırı gerginlik hissetmeli.

2. Dini problem çözme bakış açısına sahip olmalı.

3. Bu bakış açısı onun kendi kendini “dini arayış içinde olan” şeklinde tanımlamasını sağlayacak kadar kuvvetli olmalı.

4. Gireceği yeni harekete/dine, hayatının bir dönemeç noktasında rastlamalı.

5. Gireceği grupta bulunan bir veya birkaç kişi ile aralarında (önceden var olan) duygusal veya etkileyici bir bağ oluşmalı.

6. Bu grup dışındaki kimselerle olan ilişkilerinde bir kesilme veya eksilme olmalı.

7. Eğer kişi, grupta daha da ilerleyecek ve başkalarını gruba kazandırma faaliyetlerinde bulunacaksa, grup ona ayrı bir ehemmiyet vermeli ve aralarında aşırı bir ilişki meydana gelmelidir.

Temel Evreler üzerine daha fazla vurgu yapan bir başka din değiştirme süreç modelinde ise şu dört safhaya dikkat çekilmiştir:

1. Ortam: Din değiştirmeyi kolaylaştırıcı bir ortamın olması gerekir.

2. Hızlandırıcı olaylar: Kişiyi din değiştirmeye sürükleyen duygusal ya da entelektüel belirtiler olması gerekir.

3. Destekleyici eylemler: Kişi kendisini yeni alternatifle buluşturanların katkılarıyla bazı eylemlerde bulunmalıdır. Yeni alternatife halen mensup kişilerle pozitif ilişkiler gerçekleştirmelidir.

4. Katılım ve bağlanma: Son evrede kişi artık kendisini yeni alternatifi benimsemiş ve ona bağlanmış hissetmelidir.

İngiltere’de İslam’ı benimseyen İngilizler üzerinde bir çalışma yapan Ali Köse ise araştırmasına konu olan 70 kişilik grubun tecrübelerinden hareketle üç safhalı bir din değiştirme modeli ortaya koymuştur:

a) Fert ilk planda ailesinin veya toplumun kendisine sunduğu din veya değerleri kendi fikir ve yaşantısına uygun bulmaz. Sonuçta yıllar sürecek olan bir moratoryum (geciktirme) devresine girerek dini konuları bir tür uykuya bırakır. Bu devrenin sonunda birey sorunlarını çözemez veya düşünsel bir takım sorular sorarak bir arayış içerisine girebilir. Sorunlarının halledilmesi için eski dininden bir yarar sağlamayacağı düşüncesiyle bilinçli ya da bilinçsiz eski dinini devre dışı bırakır. Bu devrenin sonunda birey başka din ve ideolojilere açık hale gelir.

b) Bireyin bu devrede kendisine yakın olan Müslüman biriyle herhangi bir şekilde temas kurması gerekir. Çünkü din değiştirecek kişi genellikle İslam’ı Müslüman bir fertle, sosyal ilişkiler esnasında karşılaşarak tanır. Bu ilişkinin niteliği her ne olursa olsun sonuçta karşılaşılan Müslüman kişiyle aralarında olumlu bir bağ kurulması söz konusudur.

c) Kişi tecrübe ettiği ilk iki devrenin sonunda İslam hakkında birtakım izlenimler edinir. İslam’ı adım adım tanırken dini ibadetleri, bir Müslüman’ın hayat tarzını ve yeni dinin inanç sistemini öğrenerek hazırlık sürecini tamamlar. Bu son devrede kişi İslam’la kendisinin uyuşup uyuşmadığını adeta test eder. Birey bilinçli olarak, aklı ve kalbi tatmin olmuş bir şekilde din değiştirme kararı verir. Sonuç olarak, din değiştirme birden fazla farklı etkinin kişiyi yeni bir dini benimsemeye hazır hale getirmesi neticesinde ortaya çıkar.

Hüseyin Peker’in tespit ettiği din değiştirme süreci dört aşamayı kapsamaktadır. Bireyin bulunduğu dine olan inanç ve bağlılığı, bir takım uzaklaştırıcı etkiler nedeniyle zayıflar ve bu soğutucu etkiler şuur altına itilir. Bulunduğu dinden uzaklaşmasına neden olan konuların, başka bir dinde, kendisini tatmin edecek muhtevada var olduğunun öğrenilmesiyle bu dine karşı ilgi duyulur. Şuuraltına yerleşen uzaklaştırıcı etkiler, şuur alanına çıkarak yeni dine karşı duyulan ilgi ve eğilimler ile birleşir ve din değiştirmeye karşı olan direnişlerle çatışma başlar. Çatışmanın yeni din lehine sonuçlanmasıyla gerginlikten birey kendini kurtarır ve din değiştirme kararı verilir.

Hayati Hökelekli ise din değiştirme sürecini kanaat ve bunalım safhası, araştırma ve karşılaşma safhası, karar verme ve teslim olma safhası ve sonuç safhası olmak üzere dört grupta ele almaktadır. Daha başka araştırmacılar din değiştirme sürecini daha değişik şekillerde formüle etse de genel anlamda bu aşamalar, din değiştirme sürecinin ana hatlarını oluşturmaktadır.

Din değiştirme süreci üzerine yukarıda ortaya konan süreç modelinin temel unsurlarını ve bu unsurlar arasındaki ilişkiler ağını göstermesi bakımından Ali Köse’nin hazırladığı aşağıdaki tablo örnek olarak gösterilebilir.

türkler

Sonuç

Modern çağda yaşayan daha çok bireysel veya çok küçük gruplar üzerinde yapılan araştırmaların birer neticesi olan bu psiko-sosyal tespit, tahlil ve değerlendirmelerin, Türklerin İslamiyet’i kabulü gibi bundan aşağı yukarı bin yıl önceye dayanan tarihî ve kitlesel bir din değiştirme sürecini izah için uygulanabilir olup olmadığı tartışılabilir. Üstelik sözkonusu dönemde Türklerin 30 milyon kmlik bir alan üzerine yayılmış bulundukları, kendi içlerinde siyasî, sosyal, kültürel, dinî, ekonomik ve coğrafî farklılıklar taşıdıkları düşünülecek olursa, sözkonusu verilerin bu tarihî süreci izah konusunda ne derece doğru ve yeterli olacağı düşünülebilir. Ancak yukarıda da belirtildiği üzere Türklerin İslâmiyet’i kabul süreciyle ilgili şimdiye kadar yapılan çalışmaların, akla gelebilecek bütün sorulara cevap verebilecek doğru ve gerçekçi açıklamaları tam anlamıyla ortaya koyamadığı ve konunun izahı için yeni bir yaklaşım ve yönteme ihtiyaç duyulduğu aşikârdır. Kanaatimizce, bu yeni bakış açısı ve yöntem, Türklerin İslamiyet’i kabul sürecini, bizim işaret ettiğimiz psiko-sosyal verilerin ışığında yeniden gözden geçirmekle mümkün olacaktır.

Bunun dışında konuyu ele alan araştırmacıların dikkat etmesi gereken en önemli hususlar şunlardır:

1- Türklerin İslâmiyet’i kabul süreci içerisinde Türklerle Müslüman Arapların ilk temasları, mücadele safhası, dostane ilişkilerin tesisi ve sonrası hakkında bilgi veren ana kaynakların hemen tamamı Arap-İslâm kaynaklarıdır. Buna bağlı olarak bu kaynakların yaşayan gelişmeleri kendi nokta-i nazarlarından yansıttıkları unutulmamalıdır.

2- Türklerin İslâmiyet’i kabul süreci, esas itibarıyla bir “din değiştirme” hadisesi olduğuna göre, bu hadisenin Türkler üzerindeki ferdî ve toplumsal yani psikolojik ve sosyolojik evreleri tespit edilmeli ve her evre kendi şartları içinde değerlendirilmelidir.

3- Fert ve millet hayatı için son derece önemli, köklü ve aynı zamanda da sarsıcı bir hadise olan “din değiştirme” süreci, sınırlı bir zaman diliminde veya belli bir bölgede yaşanan gelişmelerden ibaret sayılamaz. Dolayısıyla sürecin herhangi bir yerinde meydana gelen bir savaştan, bir devletin kuruluşundan, bir kişi veya bir grubun müspet veya menfi tavırlarından hareketle sürece yönelik kesin hükümlere varmak ve daha önemlisi genellemeler yapmaktan kaçınılmalıdır.

4- Bu çok yönlü değişim sürecinin, Moğolistan’dan Karadeniz’in kuzeyine kadar uzanan çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olan, dolayısıyla ana kültür kalıbı aynı olmakla birlikte coğrafî konumu, hayat, inanış ve düşünüş tarzı farklılık gösteren muhtelif Türk şubeleri üzerinde aynı zaman dilimi içerisinde ve aynı şekilde yaşanmış olduğu düşünülmemelidir.

Böylelikle Türklerin din değiştirirken kendi istek ve arzularıyla mı, yoksa mecburiyet neticesinde mi İslâmiyet’i kabul ettikleri, bu hadisenin bir anda mı, yoksa uzun bir süreç içerisinde mi meydana geldiği gibi tartışma konularının da kendiliğinden açıklığa kavuşacağı düşüncesindeyiz.