ZİKİR : TASAVVUFUN  ‘OLDURMA’  YÖNTEMİ

TASAVVUFUN   ‘ O L D U R M A‘   YÖNTEMİ OLARAK

Z İ K İ R

Zikir,  her işte Allah’ı hatırlamak, zihinde tutmak, yâd etmek, unutmamak ve anmak, kendini gafletten kurtarmak, kulun Allah’ı dille ve kalple anması anlamında Kur’an kaynaklı bir tasavvuf kavramıdır. Gaflet de Allah’ı unutmak demektir.
Zikr bir anlamda hatırlama; özetle , Allah’ın sıfatlarını, isimlerini düşünme ve Zat’ını anlama süreci anlamına gelebilir. Bütün tasavvuf büyükleri ve tarikat ricâli, zikri yollarının temel esası saymışlardır.

Zikir, çeşitli türevleriyle Kur’an’da 250‘den fazla yerde geçmektedir. Kur’an’ın bizzat kendisi ve emirleri birer zikirdir. Bu yüzden Kur’an bizzat kendisini ve namazı da zikir olarak adlandırmıştır. Mutasavvıflara göre gerçek zikir, Allah’ı şiddetle sevmek, O’ndan nasıl korkulmak gerekiyorsa öyle korkmak ve gaflet meydanından müşâhede semâsına yükselmektir. Ya da Mezkûr yani Allah’dan başkasını unutmaktır.

El-Zikr kelimesi hatırlamak, hatırda tutmak, şöhret, şeref anlamlarını taşır. Zikirdeki hatırlama iki tür anlama  işaret eder: l. Unutulan şeyi hatırlamak, 2. Unutmamak için sürekli olarak hatırda tutmak. Kur’an ve Hadiste “zikr kavramı”   dua, niyaz ve hatta Kur’an-ı Kerim manâsına da kullanılmıştır, (bk. Kur’an, 3/58, 21/24, 51, 43/44) Tasavvuf ıstılahı olarak zikr, havf (=korku)in galebesi veya hubb (=Allah sevgisi)un çokluğu ile “gaflet meydanından çıkıp Allah’ı müşahede fezasına yükselmek” anlamını taşır. Zikredene “zâkir”, zikredilene yani Allah’a “mezkur” denir. 

Zikr Kur’an’ı Hakim’de üzerinde ısrarla durulan konulardan birisidir. Zikr kelimesi kavram olarak, Kur’an’da, 256 yerde geçmektedir. Bu keyfiyet zikir ve ondan türeyen kelimelerin vücut verdiği kavramların Kur’an bünyesinde tuttukları yerin büyüklüğüne bir delildir. Rasûlullah (s.a.v) ‘in sözleri ve davranışları da, zikrin İslam’daki yerini göstermektedir.

Allah “Unuttuğun zaman rabbını zikret! (hatırla)” (el-Kehf, 18/24) buyuruyor. 

Allah, Kur’ân-ı kerîmde Ra’d sûresi 30. âyetinde yine şöyle buyuruyor: “İyi biliniz ki, kalpler, Allah’ın zikri ile itminâna, râhata kavuşur.”

“Dikkat edin ! Kalbler ancak Allah’ın zikri ile tatmin bulur…” (R’ad suresi – 28)

“Allah’ı çokca zikreden erkekler ve Allah’ı çokca zikreden kadınlar; Allah bunlar için bir bağışlama ve büyük bir ecir hazırlamıştır.” (Ahzab Suresi – 35)

Allah ve Sufî arasındaki ilişki Kur’an’daki bir ayette şöyle ifade edilir: “Öyleyse Beni anın. Ben de sizi anayım” (Bakara-152).

Bu karşılıklı cazibe ve bağlılık, kişinin kendini tamamen ve yalnızca Allah’ın rızasını kazanmaya adadığını ve kendinden vazgeçtiğini haykıran gizli bir aşkın ilanıdır. Bu eşsiz ve içkin hali ifade etmek için kullanılan kelime zikr’dir.

Allah, ibadetin üstün biçimlerini açıklarken, sıklıkla bu “zikr” terimini kullanır:

“Rabbini çokça zikret ve akşam sabah O’nu tesbih et”. (Al-i İmran-41)

“Namazı bitirdiğinizde, Allah’ı, ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin.” (Nisa-103)

“Gerçekten Ben, Ben Allah’ım, Benden başka ilah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl.” (Taha-14)

“Allah’ı zikretmek ise muhakkak en büyük ibadettir”. (Ankebut-45)

“Ey iman edenler! Allah’ı daha fazla zikr ile anınız.” (37:75)

Kur’an’da, Allah’ın bu yüce halden haber verdiği benzeri ifadeler içeren onlarca ayet vardır.

Bakara sûresinin 152. âyet-i kerîmesinde ise   şöyle buyrulmuştur: “(Kullarım!) Siz beni (tâat ile, beğendiğim işleri yapmak sûretiyle) zikrederseniz, ben de sizi (rahmet, mağfiret, ihsân ve tövbe kapılarını açmak sûretiyle) anarım.”Kur’an’da iki tür zikir emri vardır: Mutlak ve mukayyed zikir. Kur’an’da herhangi bir kayıt belirtmeden mutlak mânâdave çok çok zikretmeyi emreden âyetler vardır. (bk. Âl-i İmrân, 3/41; el-Ahzâb, 3/41; el- Cum’a, 62/10) Bunların emrettiği zikir, gafletin zıddı anlamındaki kalbî zikirdir. Allah’ın adının anılmasını emreden (el-Müzzemmil, 73/8);ed-Dehr, 76/25) âyetler ise kalbî mânâda zikre muvaffak olamayanlara dil ile zikretme kolaylığı sağlamakta ve bir bakıma kalbî zikre alıştırma  yaptırmaktadır.

Zikirden maksad Allah’ı hiç unutmamak olduğuna göre zikrin efdal olanı kalbî ve hafî olanıdır. Ancak cehrî olarak yapılan zikirlerin herbirinin sâlikin durumuna göre ayrı özellikleri vardır. Tevhid zikrinin kalbi masivâdan temizlemede, lâfza-i celâl zikrinin kalbî zikre ermede ayrı bir yeri vardır. Bunlardan hangisinin kime ne kadar yararlı olacağını mürşid tayin eder.

Sünenü’l-Beyhekî’de geçen iki hadîs-i şerîfte de buyrulmuştur ki: “Derecesi en yüksek olanlar, Allah’ı zikredenlerdir.”, “Allah’ı sevmenin alâmeti, O’nu zikretmeyi sevmektir.”

Asr-ı saâdette bizzât Hz. Peygamber’in toplu zikir yaptırdığını gösteren rivâyetler vardır. Ahmed b. Hanbel’in naklettiği bir olay şöyledir:”Şeddâd b. Evs anlatıyor: Hz. Peygamber’le beraber bir evde idik. Bize sordu:”İçinizde garib; yani ehl-i kitaptan bir kimse var mı?” Biz: “Hayır” dedik.Sonra kapıyı kapatmamızı emretti ve şöyle dedi. “Ellerinizi kaldırın ve Lâ ilâhe illallah deyin.” Ellerimizi kaldırdık ve lâ ilâhe illallah dedik. Sonra Hz.Peygamber: “Allah’a hamdolsun. Yâ Rabbi, sen beni bu kelime ile gönderdin, bana bunu emrettin ve onda bana cenneti vaad ettin. Sen vaadinden dönmezsin.” dedi.Sonra da şöyle buyurdu: “Sevinmez misiniz, Allah sizin hepinizi afvetti.”(Müsned, IV, 124) Bu hadiste geçtiği gibi insanların tevhid kelimesi veya başka ilâhî isimlerle zikretmek üzere bir araya gelmeleri sünnetteki uygulamaya uygundur.  Toplu zikrin asr-ı saadetteki bir başka örneği Ebû Saîd el-Hudrî’den gelen bir rivâyette anlatılmaktadır. Bu rivâyete göre Allah Rasûlü birgün halka teşkil etmiş bulunan bir sahabe topluluğunun yanına vardı. Onlara niçin böyle oturduklarını sordu. Onlar da: “Kendilerine başta İslâm olmak üzere pekçok nimetler veren Allah’ı zikretmek için bir araya geldiklerini” anlattılar. Peygamberimiz tekrar: “Siz gerçekten sadece Allah’ı zikretmek için mi toplandınız?” diye ısrarla sorunca sahâbîler: “Vallahi sadece bu maksadla bir araya geldik.” diye yemin ettiler.

İmâm-ı Rabbânî; “Her vakit, Allah’ı zikr etmek lâzımdır. Kalpte başka hiçbir şeye yer vermemelidir. Yerken, içerken, uyurken, gelirken, giderken hep zikir yapmalıdır.” demiştir. Cübeyr bin Nüfeyr; “Her an, dilleriyle Allah’ı zikr edip, O’nu bir an unutmayanlardan herbiri, güler bir hâlde Cennet’e gireceklerdir.” demektedir. Zikir, cehrî ve hafî olmak üzere iki kısımdır. Zikr-i cehrî, yüksek sesle Allah’ı anmak, zikr-i hafî ise, gizli olarak ve kalb ile Allah’ı hatırlamaktır.

EVRAD : Arapça, virdler demektir. Vird her vakit dil ve ağızda dolaşan söz anlamındadır.
Çoğulu olduğu Vird terimi, anlam olarak Kur’an-ı Kerim’den her gün okunan muayyen kısım demektir. İtiyad, alışkanlık hâlinde nâfile olarak devamlı yapılan ibâdet, tesbîh ve duâlara vird denilir. Zikirin formüle edilmiş şekli de denebilir. Vird zamanla, dervişin devam ettiği günlük zikir ve dua manasına da kullanılmıştır.

Tarikatların pirleri veya onlardan sonra gelen şeyhler tarafından düzenlenen virdler, müridler tarafından belli bir zamanda belli bir sayıda, tek başına veya topluluk halinde okunur.

Ummasın levh-i icabette makâm-ı rağbet
Etmiyen namını dibâce-i zikr ü evrâd.
Nâbî

***

İslam bilginlerinin bir çoğu zikri «ibadetlerin en yücesi olarak yüceltmektedirler.
İmâm-ı Gazâlî, “Duâ, zikir, Kur’ân-ı kerîm okuma ve tefekkür (mahlûklardaki ve kendi bedenindeki ince sanatları, düzenleri, birbirine bağlılıklarını düşünerek, Allah’ın büyüklüğünü anlaması, insanın günâhlarını hatırlayıp, bunlara tövbe etmesi lâzım geldiğini ibadetlerini ve tâatlerini düşünerek bunlara şükretmesi gerektiğini hatırına getirmesi), sabah namazından sonra, âhiret yolcusu kulun virdi olmalıdır.” demiştir. Yine İmâm-ı Gazâlî; “Okunmalarında fazîlet olduğu bildirilen bâzı âyet-i kerîmeleri vird edinip, okumak da müstehabtır. Fâtihâ, Âyete’l-Kürsî ve Bekara sûresinin son iki âyeti (Âmener-Resûlü) bunlardandır. Kaylûle (öğleye doğru bir mikdâr uyumak da) gündüz virdlerindendir.” demiştir.

Mâlik bin Dînâr ise şunları söylemiştir: “Bir gece uyuya kaldım ve evradımı yerine getirmedim. Rüyâmda birisi karşıma çıktı ve, okuryazarlığın var mı? dedi. Var, dedim. Şu yazıyı okur musun? dedi ve elime bir kâğıt parçası verdi. Kâğıtta; “Dünyânın geçici ve aldatıcı nîmetleri, ölümsüz olarak yaşayacağın Cennet’in zevk ve safâsından seni alıkoymuştur. Yâni geçici olarak zevk aldığın bu uyku, ebedî seâdetine yarayacak ibâdetine mâni olmuştur. Uyan, namaz kıl ve Kur’ân-ı kerîm oku. Zîra bunlar, uykudan hayırlıdır.” yazılıydı.”

Şah Veliy’yullah ed-Dehlevî:  “Namaz — Allahın azameti hakkında tefekkür ve sürekli zikir (:zikr-i daimi) istisna edilirse— amellerin en üstünüdür. Tefekkür ve sürekli zikre gelince onlar sadece ruhları ulvîleşmiş insanlardan beklenebilir.”

Kuşadalı İbrahim Halveti  zkri, “ruhun gıdası” sayar ve zikrin en erdirici şeklini Kur’an-ı Kerim’de bulmaktadır. Kur’an her salikin haline uyan bir zikirdir. Salikin, bizzat kendisinin seçeceği isim veya cümleyle zikretmesi çoğu kere tehlikeli olmaktadır. Çünkü her ismin veya cümlenin bir tecellisi vardır ve bu tecellinin, durumuna uygun düşüp düşmediği salik tarafından bilinemez. Halbuki Kur’an Allah tertibi olduğu için bütün kulların maslahatlarına uygun tecellîlerle doludur. Onun tecellîlerine korkusuzca teslîm olabiliriz.

***

Zikir dışındaki ibadetlerin hiç birisi Allah ile kul arasındaki perdelerin tamamını ortadan kaldırmaz, Allah-kul arası bütün perdelerin kalktığı an zikir anıdır. Bu yüzdendir ki zikir, İslam’ın beş temel şartından biri olan namazdan da ulvî ve erdirici olarak takdim edilmektedir. 

Zikir için , namazın aksine her hangi vakit belirlenmemiştir.. Kul, « her vakitte Allahı zikretmekle yükümlü tutulmuştur» Kur’an’ın ifadesiyle bu memuriyet “ayakta iken, otururken, yatarken” kısaca her hal ve tavır içinde devam eder. Bu ilahî beyana sadık kalarak sürdürülen zikre sürekli zikir (:zikr-i daim) denmektedir.

Zikrin cehri (dil ile sesli) veya sırrî (dil ile sessiz veya sadece kalbî) olması tarîkattan tarîkata farklıdır. Fakat bazen aynı tarikat bünyesinde salikin durumu cehri veya sırrî zikirden birinin tercihine sebep teşkil edebilmektedir. Denmiştir ki: “Cehri zikir bidayette olanlar için faydalıdır. Çünkü onların kalplerine kasvet musallat olur. Kasveti gidermede, cehri zikir sırrî zikrden daha etkilidir. Sülükte ilerlemiş olanlara ise sırrî zikir tavsiye edilir.” Şunu belirtmek zorundayız ki sırrî zikir yapan her salik ileri merhalelere gelmiş sayılamaz. Nakşbendi tarîkatinde bütün müntesiblere, derecelerine bakılmadan sırrî zikir verilir. Bu uygulama o tarikata ait bir özellikdir.

Zikir için esas alınacak “kutsal cümle veya kelime” olan lafız da önem taşımaktadır. Kelime veya cümle seçimini tarîkatin özelliği yanında müridin yaradılışı ve sulükteki durumu da etkilemektedir. Hangi cümlenin veya Allah’ın Esmau’l-Hüsna’sından hangisinin mürîde daha lüzumlu ve uygun olduğuna mürşid karar verecektir. Fakat her müridin haline uygunluğu ittifakla kabul edilen bir cümle ve bir de kelime vardır: “La ilahe illAllah” cümlesi ve Allah (:lafza-i celal) kelimesi. Her mertebede her mürid, zikrini bunlarla yürütebilir. Esmau’l-Hüsnanın diğer isimleriyle zikir, büyük Halveti mürşidi Kuşadalı İbrahim Halveti’nin de da ifade ettiği gibi, «izn-i mürşide mütevakkıftır».

Halvetiyyede zikir, prensip olarak esma-i seb’a (: yedi isim) denen isimlerle yapılmaktadır. Ancak bu isimlerden hangisinin ne kadar tekrarlanacağına mürşid karar verecektir. Şayet bunlarla zikretmek zararlı bulunursa umumî zikir ve dualarla iştigal emredilmektedir. Bunların başında da Kur’an okumak gelir. Halvetîler zikre istiğfar ile başlarlar; emredilen müddet kadar istiğfardan sonra salat ü selama geçilir ve nihayet mürşidin beyanı veçhile zikir icra edilir.

Bazı durumlarda, salikin kul tertibi olan evrad ve zikirler ile uğraşması tamamen yasaklanabilir. Kuşadalı İbrahim Halveti’nin de bu yasağa zaman zaman başvurduğu görülüyor. Mürîdine şöyle yazıyor: “Kur’an-ı Azîmüşşan, hakkınıza göre zikirdir, başka zikir ve evrad ile iştigal yüzün göstermeyesiniz”. Böylesine önemli ve feyizli bir zikir olan Kur’an’ın, tam istifade için, belirli şartlar altında okunması gerekir. Her şeyden önce zakir Kur’an’ın tertîbine dokunmayacaktır. O tertib “Levh-i Mahfuz tertibi” olduğu için, zakirin onu bir takım takdîm ve te’hirlerle değişikliğe uğratması, beklenen ilahî feyiz ve tecellîyi engelleyebilir veya aksatabilir. O halde Kur’an’dan seçmeler yaparak bir vird vücuda getirmek doğru değildir. Onu, mushaflarımızda yeralan tertîb üzre okumalıyız. Kuşadalı İbrahim Halveti , Kur’an’ın mana ve lafzı gibi tertîbinin de ilahî olduğuna dikkat çekiyor.

İkinci şart olarak, bu okuyuş, Kur’an’ın evvelinden ahirine tekrar, tekrar hatimler şeklinde olmalıdır.

Üçüncü şart da, Kur’an’daki anlamı inceden inceye düşünerek okumaktır. Bu, «düşünerek okuma» keyfiyetini ifade için mektûbatta «tedebbür-i ma’anî», «tefekkür-i ma’anî» ve «teemmül» tabirlerinin kullanıldığını görüyoruz. Nihayet Kur’an-ı Kerim’i teennî ile (: aceleden kaçınarak) ve ta’zîm tavrı içinde okumak ve tashîh-i hurüf (:harf-leri gerektiği şekilde telaffuz) a da dikkat etmek lazımdır.

Her yerde ve her zamanda zikredilebilir. Sulûku tekke dışında yürütmeyi esas alan bir mutasavvıf sıfatıyla Kuşadalı İbrahim Halveti, zikir için mekan, hatta zaman tayinine lüzum görmez. Zikr için belirli zaman ve mekan kaydı koymayan Kuşadalı İbrahim Halveti, zikir meclisleri teşkiline müsaade etmektedir. Fakat bunun çok ağır şartlarla bağlandığı hemen dikkatimizi çeker. Bu şartlar: Fenafi’ş-şeyhe mazhar bulunmak ve dünya çıkarlarından uzaklıktır. Kendisinde bu iki şart mevcut olmayanların zikir meclisi teşkîl etmeleri veya teşkîl edilmiş meclise girmeleri, sadece zarar getirir. Şartları yerine getirilen bir zikirde vecd ve coşkunluk zuhur etmişse bunu içimizde hapsetmek yerine izhar etmeliyiz. Kuşadalı İbrahim Halveti’nin tabiriyle, «coşkunluk zuhurunda aşkı yutkunmayarak ağlıya ağlıya sema’-i Mevlana etmeli». Demek oluyor ki Kuşadalı İbrahim Halveti, bir halveti olmasına rağmen mevlevî semaına müsade etmekte, bunun da ötesinde onu övücü ifadeler kullanmaktadır.

Kuşadalı İbrahim Halveti sulûkün tekke dışında tamamlanmasını tarîkatının aslî prensipleri arasına koyarak, kendine has bir sülük anlayışının en önemli adımını atar. Bir kaza sonucu yanan tekkesinin yeniden inşaını isteyenlere engel olmuş ve sebep olarak da tekkelerden feyzin kaldırıldığını söylemiştir. “Tekkesi yandığı zaman halîfesi Ahmed Îzzet’e şöyle der: “Keyfine bak izzet, masivayı yaktın !”

Kuşadalı İbrahim Halveti, tekke devrinin kapandığı yolundaki düşüncesini şu gerekçelere istinad ettirmekten çekinmemiştir: “Zamanımızda (: Fî zamanina) tekkelerde sulûk ve irşad etvarı yok.” “Tekkeleri meyhane, kerhane ediyorlar”. “Sufîlik taç ile aba oldu Hayfa kim marifet heba oldu.”

Sulûk ve irşadın zamana, salikin durumuna göre şekil ve tavır kazanacağım beyan eden Kuşadalı İbrahim Halveti, yaşadığı devirden itibaren sulûkün tekkelerde yürütülmesini mümkün görmemekte ve 13 asır süren tekke tatbîkatından rücü’ edilmesi gerektiği fikrini savunmaktadır. İlk tekkenin hicri 150/767 ‘de ölen ve Sûfî diye anılan Ebü Haşîm tarafından, Şam’ın Remle mevkiinde yaptırıldığı söylenmektedir. Buna göre ilk tekkenin h. 100-150 yılları arasında inşâ edildiğini kabul mümkün görünmektedir.

Rabıtasında meleke peyda etmiş salikler için zaman ve yer tayinine lüzum kalmamıştır, herkes bulunduğu yerde sulûkünü sürdürecektir. Bu, bir bakıma, bütün yeryüzünü bir tekke olarak görmektir.

Sulükün tekke dışında yürütülmesi, diğer bir ifadeyle tekke yerine bütün yeryüzünün ikame edilmesi ne demektir? Ve böyle bir sülük nasıl gerçekleştirilecektir? Kuşadalı İbrahim Halveti ‘nin bu sorulara cevabı şudur: Bidayete rücü'(=Başlangıca dönüş) Bidayete rücü’ kavramıyla ilgili olarak getirdiği izahlardan bunun, Rasulullah (s.a.v.) devrine dönmek olduğunu anlıyoruz. Şimdi, bu noktaya açıklık getiren bir beyanım okuyalım: «Evler istirahat için, camiler ihfaen ibadet için olmasına binaen tekkeler yapılıp cehren çalışması için mukaddem işaret olunmuş idi. Şimdi tekkeleri meyhane, kerhane ediyorlar. Evailde sülük gaza ile; ta’addüd-i esma dahi yok. Sonra ülke kavgası zuhuru ile gaza ile sulûkte inkıraz zuhur edip sonra istirahata ve ihfaen ibadete halel getirilmeyecekleyin olan mevazı’da, gerek bûyût-i vasi’ada, ve gerek kırlarda ihvan, rabıta birliği ile böyle çalışırlar iken o mahallerde dahi türlü fesat zuhürundan sonra tekkeler ihdası işaret olundu. Şimdi vakitler, mukaddeme-i zuhûr-i Mehdî kuddise sirruhu’dur. Yine vara vara onun vaktinde sulûk gaza île olacaktır. Şimdilik bir mevzi’da zikrolunması devam-i adet elvermez, îstirahata halel getirilmeyecek mevzi’da ve sibyan işitmeyeceği mahalde ve rabıtası olmayan ve rabıtasında meleke birliği olmayanlardan tehaşî ederek mahal tesadüf eder ise edivermelidir. Yoksa yok. îmdi, kesret lazım değil, olur ise bile, bila halel olmalıdır. Keçi gibi olmalıdır, keçi mekan tutmaz.»

İlk tekke, hicret sonraki ikinci yüzyılda yapıldığına ve bundan önce, evler ve kırlarda zikir meclislerinin teşkil edildiği bir devir geçtiğine göre sulûkün gaza ile gerçekleştirildiği » evâilin Hz. Peygamber ve Hulefa-i Raşidîn devri olduğu, rahatlıkla söylenebilir. O halde evaile dönmek, devr-i peygambere avdet manasını taşır. Yukarıdaki sözler, ayrıca, Kuşadalının, Hz. Peygamber devrinden sonra gazaların ülke fethetmek kavgası haline dönüşmek suretiyle îslamî manalarını yitirdikleri yolunda bir kanaate sahip bulunduğunu da göstermektedir. Gazalar, o aslî manalarım kaybettikleri içindir ki Allah’a vasıl olma cehdi gaza meydanların-dan tekkelere nakledilmiştir. Fakat tekkeler de giderek bozulmuş ve meydanlara çıkma zamanı tekrar gelmiştir. Kuşadalı İbrahim Halveti, avdet eden «gaza ile sulûk» devrinin mukaddimesi olarak kendi yaşadığı zamanı (19. yüzyılı) gösteriyor.

***

“ZİKR” :   HADİSLERDE

Zikir ile ilgili ayetler inzal olduktan sonra kadın ve erkekler Hz. Peygamber (s.a.v.)’e zikr teriminin açıklanmasını sordular.

Hz. Peygamber (s.a.v.), “La ilahe illallah” Allah’ı anmanın en mükemmel şeklidir.” ve “La ilahe illallah” diyen bir kişi oldukça, kıyamet kopmaz.” buyurdular.

Hz. Musa (a.s.)’ya Allah (c.c.) tarafından zikrin, inananın kalbinde derin bir ihlas tesis edebilmesinden dolayı en tercih edilen özel ibadet olduğu bildirilmiştir. La ilahe illallah” kelimesine ruhların temizleyicisi de denir.

Bu mübarek La ilahe illallah” sözüne cennetin anahtarı da denir; çünkü Rasûlullah (s.a.v.) bir hadislerinde buyuruyor ki: Cennetin kapılan bu sözü ömründe bir kez olsun söyleyen herkese açılacaktır. Kapılar kelimesi, çoğul olarak kullanılmıştır; çünkü cennette birden çok cennet vardır. Ve bu söz onların tümünün anahtarıdır.

Kısaca, Allah indinde, bu Zikr’den daha büyük hiçbir şey yoktur : “La ilahe illallah”. Bu anma, düşünce veya kelime olarak her zaman ve her yerde yapılabilir. Bununla beraber, sufîler bunun için bir zikr halkasında oturma anlamına gelen bazı özgün törenler geliştirmişlerdir. Dünyanın pek çok yerinde sufîlerin diğer aktivitelerinden daha çok bu zikr töreni dikkat çekmektedir.

Rasûlullah (s.a.v.) bir hadislerinde buyuruyor ki:

“Allah, bir grup meleğe, Allah’ı anan ve O’nun adını zikredenleri arayıp, gözetmek üzere özel bir görev verir. Böyle bir topluluğu bulduğunda, melekler öyle mutlu ve memnun olurlar ki kendilerine katılmak üzere diğer melekleri çağırırlar. Onların etrafını kuşatarak, göklere uzanan bir yapı teşkil ederler.

Zikr ayini sona erdiğinde melekler melekût alemine döner, Allah – nerede olduklarından haberdar olmasına ve duyduğundan hoşnut olmasına rağmen – onlara nerede olduklarını sorar.

Melekler de O’na; Allah’ı anmak için bir araya gelen insanların yanından geldiklerini ve onların Allah’ı anıp zikrettiklerim söylerler. Allah meleklere “Beni gördüler mi?” diye sorar. Melekler cevap verir:

Hayır Ya Rabbi, görmediler.” Allah: “Beni görselerdi ne düşünürlerdi?” diye sorar. Melekler de “Böyle bir durumda kendilerim daha fazla ibadete verirlerdi” der.

Müteakiben Hz. Allah (c.c.) ile melekleri arasındaki konuşma şöyle devam eder:

— Benden ne istediler?

— Cennetini arzuluyorlardı.

— Cennetimi gördüler mi?

— Hayır görmediler.

— Cennetimi görselerdi ne olurdu?

— Onu daha çok arzularlardı.

— Neden korunmayı arıyorlardı?

— Cehennemden korunmayı arıyorlardı.

— Cehennemimi gördüler mi?

— Hayır Ya Rabbi, görmediler.

— Cehennemi görselerdi, ne olurdu?

— Ondan daha çok çekinirler ve daha çok korunmak isterlerdi.

Allah oradaki meleklere, ‘Onu anmak üzere bir araya gelenleri affettiğini‘ buyurur. Meleklerden biri der ki: “Allah’ım, onlar arasında biri vardı ki tesadüfen orada idi ve aslında o halkaya ait değildi.” Allah: “Onu da affettim. O zikr halkasının kenarında bulunanı bile rahmetimden yoksun bırakmayacağım.” buyurur.

PRATİKTE   UYGULANAN  ZİKR  TÖRENİNİN  GENEL  ÇERÇEVESİ :

Allah’ı zikir, tüm tarikatların mistik pratiklerinin temel taşıdır.

Zikr töreninin çeşitli formları vardır ve bunlara dünyanın her yerinde zikr halkası, zikr meclisi veya kısaca zikr denir. Her bir sufî ekolunun kendine özel zikr biçimi ve zikr etme sırası vardır. Fakat bu farklılıklar aslında önemsenmeyecek kadar küçüktür.

Dervişler daire halinde otururlar, Zikr törenine başlamak üzere mürşidden işaret beklenir. Halkanın önemli bir noktası olarak ortasında veya başında olan mürşid , Hz. Peygamber (s.a.v.) ve diğer peygamberlere salât ü selam okuyarak Zikr’i başlatır. Okunan istiğfar duaları ve ayetlerden sonra genellikle kelime-i tevhid zikri “La ilahe illallah” söylenir. Şeyh, zikrin bir evresinin sonunu bir sonrakinin başlangıcını işaret eder. Zikrin çeşitli yerlerinde zikrin içeriğine başta ism-i Celal olarak bilinen “Allah” lafzı olmak üzere ilahi isimlerden eklemek suretiyle zikri zenginleştirmek şeyhin yetkisinde olup Allah’ın 99 güzel isminden [esma-ül hüsna] bir veya daha fazlasının kullanıldığı bir başka zikr tarzı daha tavsiye edip uygulayabilir.

Zikr genellikle oturma pozisyonunda başlar, bazen tümü böyle tamamlanır.Bazen ise değişik yollardaki uygulama geleneğine uyularak ayakta veya hatta bazı yollarda dizler üstünde yarı doğrularak zikr devam ettirilir.Bazı zikr törenlerinde ise vecde gelen sufilerin zikrine “sema” adı verilen dönme hareketleri ile  devam etmelerine izin verilir.

Zikr’den sonra, şeyh veya bir  derviş, Kur’an’dan uzun veya kısa ayetler okurlar. Daha sonra Hz. Peygamber (s.a.v.), ailesi ve ashabına, tüm peygamberlere (s.a.v.) , tarikatın önde gelenlerine salât ü selâm getirilir ve dua okunarak sona erdirilir.

Bazen bir mürşidin mevcudiyeti olmaksızın kısa zikr törenlerinin yapılmasına izin verilir. Bununla beraber, daima ilahi rahmet ve berekete vesile olabileceğinden dolayı halkada bir veya daha fazla mürşidin hazır bulunması daima tercih edilir.

***

Zikr’in hasıl ettiği güzelliklerinden bazıları şunlardır: Şeytani kuvvetleri uzaklaştırma ve ortadan kaldırma; Allah’ı hoşnut etme ; rızkı artırma; kişiliği iz bırakıcı ve prestijli hale getirme ; kişiyi Allah’a yöneltme ; kalbi ihya etme ve canlandırma ; hata ve günahları örtme; dili dedikodudan ve arkadan kötü konuşmaktan koruma ; kalbin tüm manevi hastalıklarını iyi etme ve kalpten tüm korku ve endişeyi uzaklaştırma; kişiyi ikiyüzlülükten uzak tutma.

Dahası, ancak zikr ile açılan ve bazı ilahi güçlerin bulunduğu bir kalp köşesi vardır. Bir mürşid “Zikrlerinde dervişlerin kalplerinde oluşan vecd, yükselen ve kıyıya vuran dalgalara yol açan bir çeşit fırtına gibidir.” demiştir.

Zikrin gerçek hedefi ruhani olarak yükselmek veya kendini kaybetmek değildir, fakat, ruh makamlarının en yükseğine çıkmak ve böylece ruhani sınıra gelerek, ilahi temaşaya bir an bile olsa ulaşabilmektir, ki bu gerçekleştiğinde vecd durumuna gelinebilir. Her zikir esnasında buna ulaşmak kaide değildir.

Sufi Tıbbı , Hakim Muineddin Çişti , İnsan Yayınları 155-161.sayfalarından yararlanılmıştır.

***

Tasavvufi pratikte   mürşidin zikir tavsiyesi hakkında  reel  bir örnek sunuyoruz:

İNTİSAB  & ZİKİR   TARİFİNE BİR ÖRNEK

[Bu metin internetten kısaltılarak alınmış olup   A.B.D.’nin Pennsylvania kentinde  intisab eden  müminlere  bir Nakşbendi mürşidinin (Prof. Dr. M. Esad Coşan rh.a.) yaptığı   tasavvufda zikir’in anlamı ve usulü hakkındaki  konuşmadan özetlenerek bir fikir vermesi niyetiyle buraya konulmuştur. ]

“…Evvelâ berâberce tevbe edelim:

Allah’a dönüş yapmağa tevbe derler. O halde anlaşılıyor ki, tevbe sadece “Tevbe yâ Rabbî!” demek değildir. Tevbe aslında insanın hayatını değiştirmesi demektir. Hayatının akışını, yönünü, yaşam tarzını değiştirmesi demektir.

Estağfirullàh… Estağfirullàh… Estağfirullàh…

Estağfirullàh el’azîm elkerîm ellezî lâ ilâhe illâhû… El hayyel kayyûme ve etûbü ileyh…

Yâ Rabbi! Yapmış olduğumuz, bugünkü yaşımıza kadar işlemiş olduğumuz hatalarımızı, günahlarımızı, suçlarımızı, kusurlarımızı lütfunla, kereminle bağışla… Bundan sonraki ömrümüzde bizi günahlara, hatâlara bulaşmadan sevdiğin kul olarak yaşamayı nasib eyle…

Tarikata girişte ilk yapılan iş tevbedir.  Kul hakları olabilir.Kul haklarını da tevbe etmek silmez. Allah  kul haklarını affetmiyor, sahibiyle helâlleşmeyi gerekli görüyor.

Tarikata giren bir insan mâdem ahiret saadetini kazanmayı esas alıyor; mâdem “Dünyada ahirette ben Allah’ın sevgili kulu olayım da, bahtiyar olayım, cennetlik olayım, iki cihan saadetine nail olayım!” diye bunu istiyor; bu iki cihan saadetini elde etmesine mani olan şeylerin bir kısmı da kul haklarıdır, onları da ödemeye girişecek. Helâlleşecek, dargınlarla barışacak, hak sahiplerine haklarını verecek.

Günahlarından, kul haklarından başka neleri vardır insanın?.. Namazları, oruçları, eğer kılmamış ise; kılmadığı namazlar, tutmadığı oruçlardan dolayı da vebali olabilir. Bunun vebali sanıldığından çok daha ağırdır.  İnsanın bu dünyada iken namazları kılması lâzım; bir… Kılınmadığı namazları ödemesi lâzım; iki…

Devamlı abdestli gezin! Tarikatımızın usüllerinden birisi de budur. Abdestli gezeceksiniz. Abdestli olan bir insana şeytan tesir edemez. Abdest insanın mânevî bakımdan korunmasını sağlıyor, adetâ bir zırh gibi oluyor, şeytan ona tesir edemiyor.Bir insan böyle abdestli gezdiği zaman, gece abdestli yattığı zaman, melekler etrafında kendisine dua ederler.

Sonra her gün zikir vazifeleriniz olacak tarikata girdiğiniz için… Bu zikir vazifelerini yapacaksınız. Zikir nedir?.. Zikir bir ibadettir. Nasıl bir ibadettir?.. Çok kolay bir ibadettir. Hasta olan da yapabilir, ihtiyar olan da yapabilir, yatalak olan da yapabilir, felçli olan da yapabilir… Yeter ki aklı olsunAklı varsa zikri yapabilir. Çok kolay bir ibadettir, çok sevaplı bir ibadettir. Kolay olduğu için sevabı az değildir, sevabı çoktur. Kolay olmasının aksine, sevabı çoktur.

Bir kere bile Allah demenin sevabı çok… Lâ ilâhe illallah demenin sevabı çok… Estağfirullah demenin sevabı çok… “Allahümme salli alâ seyyidinâ muhammed” demenin sevabı çok… Bunlar hakkında yüzlerce hadis-i şerif var… Sevabının çok olduğu kesin… Siz de bir hadis kitabı okursanız,Peygamber Efendimiz’in zikre ne kadar düşkün olduğunu öğreneceksiniz.

İlk başta delil olarak gösterilen ayet-i kerime, bismillâhir rahmânir rahîm:

(Yâ eyyühellezîne âmenüzkürullàhe zikran kesîrâ ve sebbihûhu bükreten ve esîlâ) “Ey iman edenler, Allah’ı çok zikredin, sabah akşam onu tesbih edin!”

Tesbih de bir çeşit zikirdir, “Sübhânallah” demektir. Allah’ı çok zikredin, çok tesbih edin diye bildiriyor.

Sonra, sevdiği kulları, çok büyük mükâfatlar verdiği kulları anlatan bir ayet-i kerime var; şöyle başlıyor:

(İnnel müslimîne vel müslimât) [Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar…] diye başlıyor. En sonunda da, (Vez zâkirînallàhe kesîran vez zâkirât) “Allah’ı çok zikreden beyler ve çok zikreden hanımlar… (Eaddallàhu lehüm mağfireten ve ecran azîmâ.) Allah bunlara çok büyük ecirler hazırlamıştır, mağfiretine mazhar edecektir. Affettiği kulları arasına bunları dahil edecektir.” diye bildiriliyor.

Demek ki, zikir Kur’an-ı Kerim’de seksen küsur yerde emredilen bir ibadettir. Kolay bir ibadettir, sevabı çok olan bir ibadettir. Şerefi çok büyük bir ibadettir. Çünkü sen Allah’ı zikrettikçe, Allah da seni zikreder. düşünebiliyormusun ki, kâinatı yaratan, alemlerin Rabbi seni zikrediyor. Allahın bir kulu zikretmesi onun için hem çok büyük şereftir, hem de kimbilir o zikirden neler neler kazanacaktır o kul…

Onun için zikir vazifeleriniz olacak, zikir vazifelerinizi yapacaksınız!

Zikir vazifelerini bütün müslümanların yapması lâzım ama, herkes her konuda ciddî ve titiz olmuyor, çalışkan olmuyor, vazifelerini yapmıyor. İbadetlerini bile yapmıyorlar. Biz müslümanlığı tam yapmak isteyen insanlar olduğumuz için, zikir vazifelerini de ihmal etmiyoruz. Bir de zikrin sevabı çok olduğundan, zikreden insanların kazancı birden büyüyor. Allah’ın sevgili kulu olması hızla mümkün oluyor.

İnsan Allah’ın sevgili kulu olmak için ne yapacak?.. Hadis-i şerifte bildiriliyor ki: “Kulum bana farz ibadetlerini yaptıkça, ben o kulumu iyi bir kul olarak sayarım, severim. Nafile ibadetleri yaptıkça da, kulum bana yakınlaşmaya devam eder.” Yâni farzlardan ayrı fazîlet babından ibadetleri yapa yapa kulum bana yakınlaşmaya devam eder. Yâni Cenâb-ı Mevlâya ulaşmaya doğru bir gidiş var… (Hattâ ühibbehû) Nihayet ben o kulumu severim.” Nafile ibadetleri yapa yapa nihayet Allah o kulu seviyor. Sevdiği zaman evliyası oluyor işte… O zaman kerametleri, her şeyi oluyor.

İşte Allah’ın o rızasını kazanmak için, en kestirme yol, en çok sevap kazanma şekli zikirdir. Onun için, tarikatta zikir vazifelerinizi yapacaksınız.

Her gün zikirleriniz olacak. Niye her gün… Çünkü, zikir dervişin gıdasıdır. Derviş mânevî gıdasını zikirden alır. İnsan yemek yemediği zaman halsiz düştüğü gibi, gıda aldığı zaman kuvvetlendiği gibi, derviş de zikirle kuvvetlenir.Zikri her zaman yapabilirsiniz. Zikrin mecburi bir zamanı olmadığı gibi yasak bir zamanı da yoktur. Bütün gün, istediğiniz bir zaman yapabilirsiniz.

Zikri  tam usûlüne uygun yapmak istiyorsanız, sakin bir yerde, tenha, temiz bir yerde diz çökerek oturursunuz. Gözünüzü yumarsınız, tadını çıkarta çıkarta yaparsınız zikrinizi…

Evvelâ 25 defa  “Estağfirullah” diyerek başlayacaksınız ki, bir mânevî temizlik olsun.

Sonra bir Fâtiha, üç Kulhuvallah okuyacaksınız. Bunların sevabını Peygamber SAS Efendimiz’e ve Peygamber Efendimiz’den bize kadar gelmiş geçmiş pirlerimizin, şeyhlerimizin ve evliyâullah büyüklerimizin ruhlarına hediye edeceksiniz.

Biliyorsunuz bu iş nasıl geldi bize kadar: Peygamber Efendimiz insanları hak yola davet etti, yaşadı. Ondan sonra vefat etti, ahirete göçtü. Ondan sonra Ebûbekr-i Sıddîk Efendimiz geldi, hulefâ-i râşidîn geldi. Ondan sonra evliyâullah geldi, mürşid-i kâmiller, büyük alimler, Allah’ın sevgili kulları, mübarek kulları geldi. Bu irşad vazifesini yaptılar, yaptılar, yaptılar… Buna tarikat diyoruz.

Kimlerdir o büyüklerimiz: Bahâeddin Nakşıbend Efendimiz büyüğümüzdür, İmâm-ı Rabbânî Efendimiz büyüğümüzdür, Abdülkàdir-i Geylânî Efendimiz büyüğümüzdür, Şehâbeddin Sühreverdî Efendimiz büyüğümüzdür…Hàlid-i Bağdâdî Efendimiz büyüğümüzdür, Mevlânâ Celaleddin Rumi  Hazretleri yine büyüğümüzdür, akrabamız olan bir tarikattandır…  Şâzelî Tarikatı büyükleri büyüklerimizdir. Yâni zikre oturduğumuz zaman onlara bir Fâtiha, üç Kulhüvallah gönderiyoruz. Bu gider; sen okursun, Allah onlara bildirir. Onlar da sizi bilirler. Dünyadan filânca şahıs bana Fâtiha gönderiyor, sevaplı şeyler gönderiyor, evlâdım benim diye sever.

Evliyâullah’ın ruhlarının hürriyeti vardır ahirette, serbestliği vardır, tasarrufatı vardır, vazifeleri vardır. Onlar insanların rüyasına girerler, hak yolu gösterirler, nasihat ederler. Öyle kabiliyetleri vardır evliyâullahın…

Sonra gözünüz kapalı üç rabıta yapacaksınız.

Rabıta tefekkür mânâsınadır burda… Üç tefekkür ve tahayyül yapacaksınız. Tahayyül, hayal etmek demektir.

Birincisi Rabıta-i Mevt… Yâni, bu hayatın fâni olduğunu, bir gün gelip öleceğinizi, öldükten sonra kıyametin kopmasından sonra kabirden kalkacağınızı, mahşer yerinde toplanacağınızı, Allah’ın insanları muhakeme edeceğini, sevapların günahların tartılacağını, iyilerin bir tarafa, kötülerin bir tarafa ayrılacağını; iyilerin sıratı geçip cennete varıp ebedî saadete ereceğini, kötülerin cehenneme atılıp yanacağını biliyoruz. Bunları düşünmeye rabıta-i mevt yapmak denir. Bunun aslı Peygamber Efendimiz’in tavsiyesidir. Efendimiz ölümü çok düşünmemizi tavsiye ediyor.

Ölüm biraz acı bir şeydir, korkunç bir şeydir amma, bu nefis ölüm korkusundan başka bir şeyle de ıslah olmaz. Nefsi ıslah etmek için en iyi çare bu olsa gerek ki, Peygamber Efendimiz ölümü düşünmeyi tavsiye ediyor.

İkincisi insanın mürşidini düşünmesi: Rabıta-i Mürşid… .Nerde olursanız olun…  Nerde olursak olalım bizimle irtibat kuracaksınız, zikre oturduğunuz zaman… Gözünüzü kapatacaksınız, bizi böyle karşınızda göz önüne getireceksiniz, bizimle mânevî bağlantınızı kuracaksınız.İnsan bu bağlantıyı kurduğu zaman ne olur?.. Bu bağlantıyı kurduğu zaman, büyüklerin mânevî halleri, feyizleri ona intikal eder. Yaptığı ibadetin tadını duyar, faidesini görür, feyzi çok olur, içi dışı nurlanır, tarikatta ilerler. Bu ilerlemeyi güzel yaparsa, Rasûlüllah’la buluşmaya gelir.Allah’la buluşmaya gelir.

Onun için, rabıta-i mürşidi de güzelce yapın! Bunu yaptığınız zaman feyziniz, zikir yaparken aldığınız mânevî duygular daha kuvvetli olacak, tarikatta ilerlemeniz daha iyi olacak.

Üçüncüsü: Rabıta-i Huzur…Allah’ın huzurunda olduğunu düşünmen demektir. Kur’an-ı Kerim’de buyruluyor ki:

(Ve hüve meaküm, eyne mâ küntüm) “Siz nerde olursanız olun ey kullar, Allah sizin yanınızda!..”

(Lâ tüdrikühül ebsâr ve hüve yüdrikühül ebsâr) “Kullar onu görmeze ama, o kulları görür.” O bizi görüyor, her halimizi biliyor, her yaptığımızdan haberdar…

Gözünüzü kapattığınız zaman, Allah’ın huzurunda olduğunuzu düşüneceksiniz. “Sen beni görüyorsun, benim söylediklerimi biliyorsun! Söylemesem, içimden geçenleri biliyorsun!.. Sen alemlerin Rabbisin, ben seni kulunum… Sen her şeye kadirsin, ben senin lütfuna muhtacım… Ben fakirim, ben muhtacım, ben acizim… Sen bana lütfedersen, benim halim iyi olur. Ben senin iyi kulun olmak istiyorum, bana yardım etmeni istiyorum. Bana yardım et de ben de senin sevdiğin kullardan olayım, iyi kullardan olayım, iyi işler yapabileyim… Ömrümü rızana uygun geçirebileyim yâ Rabbi!..” diye dua edeceksiniz.

Ondan sonra Allah’ın huzurunda olduğunuz mânâsını kaybetmeden, elinizde tesbihle zikre başlayın!..

  1. Yüz defa“Estağfirullah…”deyin!.. Hadis-i şerifte vardır, Peygamber Efendimiz SAS’in tavsiyesidir.
  2. Yüz defa“Lâ ilâhe illallah”deyin!..
  3. Bin defa“Allah…”deyin!.. Her yüz defasında “İlâhî ente maksudî ve rıdàke matlûbî” deyin!.. Bu da hadis-i kudsîden alınma bir sözdür. “Yâ Rabbi! Maksudum sensin, ben senin rızanı istiyorum.” demektir.
  4. Yüz defasalevât-ı şerifegetirin! Bu da hadis-i şerifte vardır.
  5. Yüz defa daKul huvallàhu ehad’ı okuyun!.. Bu da hadis-i şerifte vardır. Hadis-i şerifleri uygulamış oluyorsunuz. Zikri hadis-i şeriflere uygun olarak yapmış oluyorsunuz.

Bu zikirleri böyle yaptıktan sonra dualar edeceksiniz. Annenizi, babanızı duadan unutmayacaksınız! Ondan sonra müslümanlara dua edersiniz.

Tabii, zikir bu kadarcık değildir. Zikir başka zaman da yapılabılır. Onu da zikr-i kalbî ile yaparsınız.

Şimdi ben size zikir telkin edeyim, beni dinleyin:

–Lâ ilâhe illallah… Lâ ilâhe illallah… Lâ ilâhe illallah…

Buyrun, siz de hep beraber söyleyin, Allah şahid olsun:

Lâ ilâhe illallah… Lâ ilâhe illallah… Lâ ilâhe illallah…

–Allah…

Allah…

–Allah…

–Şimdi ağzınızı kapatın, gözünüzü de kapatın!.. Allah demeyi içinizden devam ettirin, sessiz olarak…

……………..

Allah mübarek etsin… İşte böyle sessizce, dil dudak kıpırdamadan, kimse anlamadan yapılan zikre de zikr-i kalbî derler. İçinden yapıldığı için, kalbinden yapıldığı için kalbî deniliyor. Bunun sevabı çok yüksektir. Bunu kimse bilmez, gösteriş tehlikesi olmaz, başkasının dikkatini çekmez. Melekler de duymazmış, bilmezmiş bunu… Allah’ın bildiği bir zikir…

Bu zikre de devam edin! Yolda, işte, vasıtada, otururken, yürürken, hattâ yatakta uyumadan yatarken kalbiniz “Allah… Allah… Allah…” diye zikretsin!..

Siz de böyle zikri her zaman yapın…

Tabii, ana çizgiyi, ana çerçeveyi iyi bilmek lâzım!.. Bizim yolumuz iyi müslüman olmak yolu, Peygamber Efendimiz’in yolu, sahabe-i kirâmın yolu, Kur’an yolu; bunu iyi bileceğiz. Bu çerçeveden dışarı çıkmamak lâzım!.. Çünkü, bir çok insanlar din namına çerçeveden dışarı çıkıyorlar, başka şeyler yapıyorlar, günahlara giriyorlar, haramlara bulaşıyorlar… Hem dünyaları mahvoluyor, hem ahiretleri mahvoluyor. O bakımdan an çerçeveyi unutmayalım!..

Onun için size tavsiye ediyorum, Riyâzüs Sàlihîn kitabını okuyun!

Namazları evvel vaktinde kılın!..

Farz namazlardan ayrı öteki namazları,nafileleri kılacağız.Peygamber Efendimiz’in tavsiye ettiği namazlardır.  Nafile namazları kıldığımız zaman, Allah’ın sevgisini kazanırız. “Bak, kulum mecbur olmadığı şu ibadetleri de severek yapıyor!” diye Allah sever.

  1. Sabah namazından sonra uyumayıp, Kur’an okuyup, Evrad’ımızı, dualarımızı okuyup, güneşin doğmasından yarım saat geçinceye kadar meşgul olupişrak namazıkılmak…

Ne zaman kılınıyor?.. Güneş doğduktan yarım saat, kırkbeş dakîka sonra kılınabiliyor.

  1. Sabahla öğlen arası birduha namazıvardır. Öğlene kırkbeş dakika kalıncaya kadar kılınabilir. Dört rekât, iki rekât veya daha fazla olarak onu da kılın!..
  2. Akşam namazının sünnetinin arkasından, Peygamber Efendimiz’in tavsiye ettiği sevaplı namazlardan birisi olarakevvâbîn namazıvardır.
  3. Yatsı namazını kılıyoruz.

Yatma zamanı gelince taze abdest alacaksınız, dört rekat namaz kılıp abdestli yatacaksınız!..

  1. Geceleyin de uykunuzu bölüpteheccüd namazıkılmaya çalışın!

Bu namazları SAS Efendimiz tavsiye etmiş, biz de tavsiye ediyoruz.

Bazı sevaplı oruçlar var:

  1. Bir kere haftalık pazartesi perşembe oruçları var… Peygamber efendimiz tutarmış, bize de tavsiye ediyor. Tutabilirseniz bunları tutun!..

2.Her arabî ayın başında ortasında, sonunda oruç tutmak tavsiye ediliyor.

  1. Her arabî ayın ortasında, ayın onüç, ondört, onbeşinde, yâni  dolunay olan gecelerin gündüzlerinde oruç tutmayı tavsiye ediyor Peygamber Efendimiz…

Başka sevaplı neler var?.. İlim öğrenmek sevaptır, öğretmek sevaptır. Öğrenirsiniz, öğretirsiniz. Okursunuz, okutursunuz. Kur’an öğrenirsiniz, öğretirsiniz, ezberlersiniz. İslâm’ı yaymaya çalışırsınız.

Demek ki insan elinden geldiğince çeşitli hayırlar yapabilir. Kendisinden sonra da sevap kazanmasına sebep olacak eserler bırakabilir.

Genel olarak sevaplı işleri yapmağa dikkat edeceksiniz.

Genel olarak günahlardan kaçınmağa dikkat edeceksiniz; harama, şüpheliye yaklaşmayacaksınız.Helâlleri yapar, haramlardan kaçınırsınız. Sevaplı işleri yapar, günahlardan kaçınırsınız. Takvâ ehli müslüman olmağa gayret edersiniz.

Üçüncü ana prensibimiz nedir?.. Huylarımızı güzelleştirmektir. İnsan müslüman olur ama, insanın içinde iyi huylar olduğu gibi kötü huylar da vardır. Kötü huylar da kalabilir.

Kin tutmak kötü huydur. Hased etmek kötü huydur, kendini beğenmek kötü huydur. Kibirlenmek kötü huydur. Cimrilik kötü huydur… Bu kötü huyları insanın içinden çıkartması lâzım, iyi huyları alması lâzım!..

Tasavvuf, büyük ölçüde ahlâkı düzeltme yoludur.Onun için, kötü huyları atıp iyi huyları almak lâzımdır.

Aslında tarikat değimiz şey, eğitim demektir, ahlâk eğitimi demektir, tekke terbiyesi demektir. İnsanın kâmil bir insan olması demektir. Allah bu işleri yapmağa sizleri muvaffak eylesin…

Her biriniz bir Fâtiha, üç Kulhuvallah okuyun da, bunları Peygamber Efendimiz’e, pirlerimize ve mürşid-i kâmillerimize hediye edelim, ondan sonra duanızı yapayım:

………………………

Bismillâhir rahmânir rahîm:

(İnnellezîne yübâyiuneke innemâ yübâyiunallàh… Yedullàhi fevka eydîhim… Ve men nekese ve innemâ yenküsü alâ nefsihî… Ve men evfâ bimâ àhede aleyhullàhe feseyü’tîhi ecran azîmâ.) Sadakallàhul azîm.

[Muhakkak ki sana bey’at edenler gerçekte Allah-u Teâlâ’ya bey’at etmişlerdir. Allah’ın kuvvet ve yardımı bey’at edenlerin üstündedir. Şu halde kim bu bağı çözerse, kendi aleyhine çözmüş olur. Kim de Allah ile sözleştiği şeye vefa, onun hükmünü îfâ ederse, Allah da ona büyük bir ecir verecektir.]

hdinize sàdık olun, Allah’ın yoluna vefâlı olun, sırat-ı müstakîmden sapmayın!.. Allah-u Teâlâ sizleri bundan sonra nefse şeytana yenilmeyenlerden eylesin… Yolunda dâim eylesin, zikrinde kàim eylesin… Tarikatın âdâbını, ahlâkını öğrenip, tekke âdâbına sahib kâmil, sàlih, velî, mahbub bir kul olmayı nasib eylesin…

Gönlünüzü nurlandırsın, gönlünüzün pasını izâle eylesin, gönlünüzün perdesini kaldırsın… Ma’rifetullaha erdirsin, ârif kullar olun… Aşkullaha, muhabbetullaha erdirsin; Allah’ın aşıkları olarak Allah’ın dinine aşıkàne hizmet eyleyin… Allah-u Teâlâ Hazretleri’nin huzur-u izzetine sevdiği, râzı olduğu kullar olarak varıp, Rabbim sizi cennetiyle, cemâliyle taltif eylesin…

Bihürmeti esrâr-ı sûretil fâtiha!..

  1. 7. 1995 / Pennsylvania – U. S. A.

Bu sohbetin tamamı okumak için tıklayınız.
http://www.aitco.com/sonuyari/public_html/kitap/istaha/ders2.html