Abdulkadir GEYLANÎ: Mürşidin Müride Karşı Görevleri

Müridin Terbiyesinde Şeyhe Düşen Görev

Şeyh, kendisine gelen müridi, kendisi için değil; Allah için kabul etmelidir.

Mürid ile arkadaşlığı hoşça ve nasihat yollu olmalıdır. Onu şef­kat gözü ile yönetmelidir.

Mürid, kendisine yüklenen riyazet görevini çekemez olduğu za­man, ona yumuşak davranmalı ve şefkatli bir ananın çocuğunu terbi­ye ettiği gibi terbiye etmelidir. Şefkatli, her şeyi bilen, gönül ehli bir babanın çocuğunu, hizmetinde bulunanı terbiyesine benzer şekilde terbiye etmelidir.

Müridi, en kolay yola koymalıdır. Gücünün yetmeyeceğini bildi­ği vazifeyi ona vermemelidir. Sonra daha ağır vazifeleri derecesi ile verir.

Şeyhin, müridine ilk vereceği emir; Tabiî arzularına uymayı tümden terk olmalıdır. Şeriatın kolay tarafından işlere girmeyi anlat­malıdır. Anlatıldığı gibi yaptığı takdirde; Tabiat bağından ve hük­münden kurtulur. Şeriata bağlanmak ve emirlerini yerine getirmek gerçekleşir.

Bundan sonra, şeriatın kolay gördüğü işlerden, parça parça mü­ridini alır. Kolay sayılan bir işi bıraktırdığı zaman; onun yerine biraz zor olan işi yaptırır.

İşin başında iken, müridin hâlinde bir doğruluk, mücadele ve zorlu işlere karşı sadakat görür, onda Yüce Allah’ın nurunu ve keşif hâlini sezer ise, Yüce Allah’ın emin, bilgin, sevdiği, veli mümin kulla­rına âdeti üzere olan tecellisini o müridde var bilir ise, o zaman hiç­bir şekilde onun hakkında müsamaha yolunu tutmaz. Daha ilk baş­ta, onu en zorlu işe koyar. Zira bilir ki, verilen emirlerde bir eksiklik yapmaz, kuvvetli iradesi vardır. Şunu da bilir ki; O bu iş için yaratıl­mıştır. Ona lâyık olan da budur.

Anlatılan durum müridde var iken, ona kolay yolu göstermek, kendisine bir hıyanet olur.

Şeyh, müridden hiçbir şey istememelidir, hem de hiçbir hâlde. Onun malından faydalanma yönüne gitmeyeceği gibi, onun kendi şahsına hizmetini de istememelidir.

Hatta şeyh, müridi terbiye ettiği için, Yüce Allah’tan da bir kar­şılık beklememelidir. Onun terbiyesini ve edebe koymasını sırf Yüce Allah’ın emrini yerine getirmek için yapmalıdır. Müridi ondan gelen bir ihsan ve bir hediye bilmelidir.

Şunun için ki; Mürid gelirken, şeyhin seçmesi ve isteği ile gel­mez. Sırf kader icabı gelir. Yüce Allah’ın irşadı ve hidayeti, kendisine yollaması ile gelir. Bu durumu ile mürid, Allah’tan gelen bir hediye­dir. Şeyhe düşen de bu hediyeyi kabul etmektir. Müridi güzel terbiye edip yetiştirmek sureti ile gelen hediyeye karşılık vermektir.

Anlatılan manalar icabı olarak, şeyhe düşmez ki; Müridin ma­lından istememelidir. Ancak bu yolda Allah’ın emri olan kısım hariç. Gelen malı kullanmakta hayır var ise alır. Gelen malı alıp kabul et­mekte, müridin yaran ve kurtuluşu var ise, şeyhe de kısmet ise bunu alabilir.

Durum üstteki gibi olunca, o maldan yüz çevirmek ve reddet­mek mümkün olmaz.

Şeyh ciddi bir şekilde, müridden yana kendisi için bir şey bekle­mekten sakınmalıdır. Müridin gelişinde Yüce Allah’ın fiilini ve takdi­rini görmelidir.

Allahü Teâlâ bir kimseyi kendisinden gelen bir istek olmadan gönderir ise, bir tercih olmadan yollar ise, onu kabul edip terbiyesine geçmelidir. Durum böyle olunca, müridin terbiyesinde muvaffak olur. Müridin felâhı ve kurtuluşu da çabuklaşır.

Anlatılan yolda, kendisinin bir arzusu bulunmasından çekinme­lidir. Sonra başarısı ve müridin hakkını koruması yok olur.

Şeyh müridi, kendi himmeti ve gayreti ile terbiye etmelidir. Müridde bir boşluk ve kesiklik gördüğü zaman, kendisini onun yerine koymalıdır.

Şeyh, müridin sırrını da saklamalıdır. Kendisinin vâkıf olduğu hiçbir hâlini başkalarına anlatmamalıdır.

Müridin gizli hâlini bilmek şu yollardan olabilir;

  1. Yüce Allah’ın hibesi ledünni ilim yolundan.
  2. Müridin kendisine açtığı ve gizlemesini istediği şeyler.

Hâsılı; Her ne yoldan bilinirse bilinsin, sırrı ifşa etmemesi ge­rek. Zira onlar kendisine bırakılan emanetlerdir. Şöyle denilmiştir: Hürlerin kalpleri, sırların kabirleridir.

Şeyhe düşer ki, müridler için bir rahatlama yeri olsun. Onların sırlarına bir hazine, kendilerine de bir sığınaktır. Darda kaldıkları zaman başvuracakları bir yerdir. Kuvvet kaynağı ve susuzluklarını gideren bir yerdir. Kendilerini bu yolda sabit tutan bir makamdır.

Hiçbir şekilde müridleri bu yoldan kaçırmamalıdır. Onları soh­betten ve Yüce Allah’a vuslat niyetinden nefret ettirmemelidir.

Şeyh, müridde şeriatta edebe uymayan bir şey görür ise, ona sırrı ve edebi ile vaaz ve nasihat etmelidir. Müridi, bir daha da o gibi kötü şeylere girmekten çekindirmelidir.

Müridin girdiği esastan ve teferruattan kötü işler şu cins şeyler­den olabilir. Kendisinde olmayan bir hâlin varlığını iddia etmek, yap­tığını görmek ve onunla kendisini beğenmek.

Bu hâlleri gören şeyh; Müridi kendini beğenme yollarından al­malı, hâllerini ve amellerini onun gözünde küçük ve düşük gösterme­lidir. Ta ki; Helâke gitmesin.

Zira bir kimse, kibre kapılır ise, Yüce Allah’ın gözünden düşer.

Şeyh, müridler cemaatinin tümüne nasihat etmek ister ise, on­ları bir araya toplayıp şöyle konuşsun: “Bana ulaştığına göre, içinizden biri şöyle şöyle hatalar işlemiş. Şu iddialarda bulunmuş.”

Daha sonra yapılan o kötü şeylerden çıkacak fesadı anlatsın. Bir bir hatırlatsın ve sakındırsın.

Kendisinin bildiği bir kötü hâli, o cemaatten belli bir kimseyi kast ve tayin edip söylememelidir. Zira böyle bir şeyde müridi kaçır­mak ve nefret ettirmek vardır.

Şayet şeyh müridlere karşı kaba huylu olur, onlara karşı sert çı­kışır ve onların sırlarını ifşa eder ise, gıybetlerini eder ve kötülükle­rini sayar döker ise, onlar şeyhten nefret ederler. Şeyhle sohbetten de kaçarlar. Böyle bir şey de tarikat ehli için onların kalbinde bir töhmet sebebi olur. Onların kalbine ekilen Allah’ın veli kullarının sevgisini tohumunu da söker. Bütün bunları düşünerek kaba, sert, sırlan ifşa eden ve onları tek tek ayıplayan olmamalıdır, sakınmalıdır.

Şayet belirtilen kötü hâller bir şeyhte bulunması zorlu olur ise, kendisini bu türlü kötü huydan kurtaramaz ise, kendisini şeyhlik ve velâyet makamından atmalı ve müridlerden ayrılmalıdır.

Artık bundan sonra müridlerden ayrılmalı, nefsi ile mücadeleye ve dünya, zevk ve lezzetlerinden sakınmaya çalışmalıdır. Ve kendisini terbiye edip yola koyacak edep, ahlâk öğretecek bir şeyh aramalıdır.

Zira anlatılan kaba huylar kendisinde var iken, şeyh olması ya­kışık almaz. Öyle bir şeyh de müridlere Allah yolunda yol aldıramaz.

KAYNAK: Abdulkadir Geylanî, Gunyetüt’t-Talibîn, Çev. Abdulkadir Akçiçek