Hz. Fatımatü’z-Zehra
Hz. Fatımatü’z-Zehra
[ R.A. ]
Fatımeh Ez-Zehra veya Fatıma’tüz-Zehra olarak bilinir. Fatıma’tüz-Zehra İslam Peygamberi Hz. Muhammed ve Hz. Muhammed’in ilk eşi Hz. Hatıce’nin kızı ve seyyidlerin anasıdır. Arabistan’ın kuzeybatısında Mekke’de 614 veya 606 yılında doğmuş ve Medine’de Rasulullah (s.a.v.)in vefatından 6 ay sonra 632 yılında ölmüştür. 624 yılında babasının amcası Ebu Talib’in oğlu Ali ile evlenmiştir. Eşi Hz. Ali, Hz. Muhammed’in sağlığında yardımcısı, daha sonra da 4. halife olarak müslümanların lideri olmuştur.
Hz. Fatıma’nın Hz. Ali’den 3 oğlu (Hz. Hasan ibn Ali ve Hz. Hüseyin ibn Ali, Muhsin) ve 2 kızı (Ümmü Gülsüm binti Ali ve Zeyneb binti Ali) olmuştur.
Hazreti Fâtıma radıyallahu anhâ Rasûlullah’ın kızlarının en küçüğü ve son çocuğudur. Hz. Ali Kerremallahu veche (K.V.)’in eşi ve Hz. Hasan ve Hüseyin’in anneleri olarak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.)’in dünyada neslini devam ettiren evladıdır. Hz. Ali Kerremallahu veche (K.V.) ve çocuklarıyla ehl-i beyt’i teşkil eden ümmetin hanımlarının seyyidesidir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.)’in nübüvvetinden yaklaşık bir yıl önce Mekke’de doğdu. Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz ona Fâtıma adını verdi. Deylemî’nin Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte: “Onu sevenleri, Allah’ın Cehennem’den uzaklaştıracağı için kızıma Fâtıma adını verdim.” buyurdu. Fâtıma, “sütten kesilmiş” anlamına gelmektedir.
Lakabları , Zehra ve Betül’dür. Zehra; “Ak yüzlü, parlak, ve aydınlık yüzlü, nurâni kadın”, Betül ise; “Dünyevi heveslerden uzak, ibadet için kendisini Allah’a yönelten, iffetli ve namuslu kadın” anlamına gelmektedir.
Hz. Fâtıma (r.anhâ), Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) sevgi ve şefkati altında büyüdü. Babasındaki merhameti ve güzel ahlâkı, annesindeki asâleti, cömertliği, eşine karşı hizmeti, hürmet ve muhabbeti gördü. İslâm uğruna çektiği sıkıntılara nasıl katlandığını ve o yolda fedakârlığın en güzel örneklerini bizzat görerek yaşadı ve öğrendi. Peygamber babası ve Hz. Hatice’nin gözetiminde eğitimini tamamladı. Tam bir iffet ve şeref örneği olarak bütün nebevi güzellikleri hayatına nakşederek büyüdü.
Fatıma’tüz-Zehra, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.)’den 18 hadis-i şerif rivayet etmiştir.
Fatıma’tüz-Zehra bilhassa annesi Hz. Hatice (r.anhâ)’nın vefatından sonra babasının yanından hiç ayrılmadı. Müşriklerin işkencelerine maruz kalan babasına yardımcı olmağa çalıştı. Fatıma’tüz-Zehra bir gün babasıyla Kâbe’ye gitmişlerdi. Kureyş Müşrikleri onları görünce toplandılar ve fısıltı halinde birbiriyle konuşmaya başladılar. Babası Kâbe’nin yanında namaza durdu. Secdeye vardığında Ukbe İbni Ebî Muayt adındaki azgın bir müşrik, bir deve işkembesi getirerek babasının sırtına koydu. Geriye çekilip uzaktan birbirleriyle gülüşmeye ve dalga geçmeye başladılar. Buna çok öfkelenen küçük Fâtıma babasının sırtından o ağırlığı kaldırıp elbisesini temizleyemedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) secdeden başını kaldırdı ve ellerini açarak: “Allah’ım bu azgınları sana havale ediyorum Ya Rabbî! Kureyşi sana bırakıyorum” o azgın kişileri rabbine havale etti. Abdullah İbni Mesûd (r.a.) Kâbe hareminde Resûlullah (s.a.v.) Efendimize eziyet edenlerin tamamının sonlarının çok fecî olduğunu şöyle anlatır: “Allah Hakkı için o azgın müşrikleri Bedir günü gördüm. Hepsi katledildi. Bir kısmını sürüyerek Bedir kuyusuna attılar”.
Fatıma’tüz-Zehra yine bir gün babası ile Kâbe’ye gtmişlerdi. Müşrikler babasıının etrafını sararak: “Şunu şunu söyleyen sen değil misin?” diye hakaret ettiler. Hatta azgın bir müşrik Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.)’in yakasından tutup sıkıştırdı. Fâtıma çok korktu ve titreyerek yere yıkıldı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) ise hiçbir telâşa gerek duymadan hak olarak söylediği sözleri tekrar ederek: “Evet bunları söyleyen benim” buyurdu. Bu esnada Hz. Ebû Bekir (r.a.) yetişti ve: “Rabbim Allah’tır dediği için bir adamı öldürecek misiniz?” diyerek müdahale etti ve azgın müşrikleri oradan uzaklaştırdı.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) bir gün yolda giderken azgın bir müşrik, üzerine toz-toprak ve pislik attı. Üstü başı toz-toprak olan ve elbiseleri kirlenen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) eve döndü. Fâtıma, kapıyı açınca babasıını tanıyamadı ve ağlamağa başladı. Ablaları da ağlıyordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) ise kendilerine gülümseyerek “Zararı yok, su ile temizlenir” diyordu. Böylece çocukları sakinleştirmeğe çalıştı. Fakat hıçkırıklarını tutamayan Fâtıma’yı susturabilmek için: “Ağlama kızım. Allah, babanı koruyacaktır.” buyurdu ve O’na Allah’ın koruması altında olduğunu anlatmak zorunda kaldı.
Fatıma’tüz-Zehra bu şekilde hayatının ilk yıllarında çok çilelere tanık oldu. Bütün çocukluğu Kureyş’in zulum, baskı ve ambargoları altında geçti. Daha henüz ömrünün baharını yaşarken annesini yitidi. Mekke’de Müslümanlara ezâ ve cefalar, işkenceler dayanılmaz hal alınca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.)’e hicret izni verildiğinde Fatıma’tüz-Zehra da ailesi ile birlikte Medine-i Münevvere’ye hicret etti. Hz. Fâtıma (r.anhâ) bu göç ile çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği Mekke-i Mükerreme’ye vedâ etti.
Fatıma’tüz-Zehra’nın Hz. Ali (K.V.) ile Evliliği
Fatıma’tüz-Zehra ve ailesi Medine-i Münevvere’de nisbeten daha huzurlu bir ortamda yaşamağa başladılar. Babası Hz. Âişe (r.anhâ) ile, ablaları da Hz. Osman (r.a.) ile evlendiler. Kendisi de evlilik çağına ulaşmış 16-17 yaşlarına girmişti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.)’e akraba olabilmek için Hz. Ebû Bekir (r.a.) ve Hz. Ömer (r.a.) de dahil ashâb-ı kiramdan bir çok izdivac talebi ile karşılaştı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) bu dostlarını: “Fâtıma hakkında Allah’ın işaretini bekleyelim.” diyerek geri çevirdi. Bu haberler Medine’de yayılınca Ebû Tâlib ailesi ve dostları Hz. Ali’yi Fatıma’tüz-Zehra ile evlilik hususunda acele etmesi için uyardılar. Fakat Hz. Ali : “Ebû Bekir ve Ömer’den sonra bana verirler mi?” diyerek çekindiğini söylese de yakınları ikna ederek Fatıma’ya talib olmağa yönlendirdiler.
Hz. Ali (K.V.) Fatıma’tüz-Zehra ile evliliği konusunu şöyle anlatır:
“Halk arasında konuşulanları duyan kölem bir gün bana: “Ey Ali! Fâtıma’nın Rasûlullah (s.a.)’den istendiğini biliyor musun?” dedi. Ben de: “Bilmiyorum.” dedim. Tekrar bana: “Ey Ali! Rasûlullah’a gidip Fâtıma’yı sana nikâhlamasını istemekten seni alıkoyan nedir?” dedi. Ben de: “Yanımda birikimim yok.” dedim. O da: “Rasûlullah’a gidersen, muhakkak sana Fâtıma’yı nikâhlar!.” diyerek bana gitmemi ısrar etti. Ben ise bu konu için Rasûlullah (s.a.)’in huzuruna çıkmaktan çekiniyordum. Fakat akrabalarımın hepsi bana: “Fâtıma’yı Rasûlullah’tan bir de sen iste.” diye teşvik ediyordu. Sa’d ibni Mu’az (r.a.), bu hususta beni ikna eyledi. Nihayet çekinerek, sıkılarak da olsa Rasûlullah (s.a.)’e bu teklifi götürmek üzere evden çıktım.
Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz’i, Ümmü Seleme (r.anhâ) annemizin evinde buldum. Kapıyı çaldım ve selâm verdim. İçeri buyur ettiler. Efendimiz bana yanında yer gösterdi. Ben de edebli, mahcub ve heyecanlı bir vaziyette başımı öne eğip oturdum. Halimi anlayan Efendimiz “Ya Ali! Öyle zannederim ki bir murâdın var.” buyurdu. Ben de: “Ya Rasûlallah! Anam-babam sana fedâ olsun. Senin bereketinle sırat-ı müstakimi bulduk. Nice zamandır cüret edip söyleyemedim.” diye söze başlayınca bana tebessüm etti ve: “Herhalde Fâtıma’yı istemeye geldin.” buyurdu Ben de: “Evet” dedim. Bunun üzerine: “Fâtıma’ya mehir olarak verebileceğin neyin var?” diye sordu. Ben de: “Bir kılıcım, bir devem bir de küçük zırhım var.” dedim. Efendimiz: “Kılıcın sana lazımdır. Deven bineğindir. Zırhını sat Ya Ali!” buyurdu ve sözüne devamla: “Hak Teâlâ kendi katında Fâtıma’yı sana nikâhladı. Senden önce melek gelip, bana bu hâli haber verdi.” dedi.
Hz. Ali (r.a.), Rasûlullah (s.a.)’in huzurundan gayet neşeli bir şekilde çıkıp mescide vardı. Peşinden Efendimiz teşrif etti ve Bilâl’e yönelerek; Muhâcir ve Ensar’ı toplamasını söyledi. Ashâb-ı kiram mescidde toplanınca Fahr-i Kâinat (s.a.) minbere çıktı ve:
“Hamd olsun Allah’a ki, verdiği nimetlerle övülen O’dur! Kuvvet ve kudretinden dolayı kendisine ibadet edilen O’dur! Mülk ve saltanatından dolayı kendisine boyun eğilen O’dur! Azabından korkulan, yanındaki nimetleri umulan O’dur! Yerde ve göklerde hükmünü yürüten O’dur! Kudretiyle halkı yaratan, hikmetiyle mümtaz kılan ve izzetiyle sağlamlaştıran O’dur! Gönderdiği dini ve Peygamberi Muhammed’le halkı şereflendiren O’dur!
Yüce Allah, karşılıklı hısımlıklarla nesebleri birbirine katmayı emir buyurmuş ve bununla günahları ortadan kaldırmıştır.
Ey müslümanlar! Yüce Allah Fâtıma’yı Ali’ye nikâhlamamı bana emir buyurdu. Sizler şâhit olunuz; Fatıma’yı 400 miskal gümüş mehirle Ali’ye nikâhladım.” buyurarak kısa ve öz bir hitabede bulundu. Sonra Hz. Ali (r.a.) kalktı ve: “Söze Hak Teâlâ’ya hamd ederek başladı. Peşinden Rasûlullah kızı Fâtıma’yı bana nikahladı. Onun mehri benim küçük zırh gömleğimdir. Ben buna râzı oldum. Sizler de bu akde şahid olun” dedi. Ashâb-ı Kiram bu hayırlı işe çok sevindi. Cümlesi ayrı ayrı Hz. Ali’yi tebrik etti. Sonra Resûl-i Ekrem (s.a), Ali’nin evine geldi ve: “Ya Ali! Var git küçük zırh gömleğini sat, parasını bana getir.” buyurdu.
Hz. Ali (r.a.) zırhını alıp çarşıya çıktı. Yolda Hz. Osman (r.a.) ile karşılaştı. Zırhını satacağını söyleyince Hz. Osman istediği bedeli 480 dirhemi verdi ve satın aldı. Sonra ona: “Ya Ali! Bu zırha sen benden daha lâyıksın. Lütfen hediyem olarak kabul eyle.” diyerek geri verdi. Hz. Ali (r.a.), bu muhabbet ve hediyeye çok sevindi. Zırh gömleğini ve parayı alarak İki Cihan Güneşi Efendimize getirdi. İki seçkin ashâbının karşılıklı muhabbetinden ve yardımlaşmasından pek memnun kalan Efendimiz. Hz. Osman’a dua etti. Onun nazik davranışını takdir etti.
Rasûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz, o paradan bir miktarını alıp Bilâl’e verdi. Bununla çarşıdan koku almasını tenbih etti. Düğün için gerekli zarûrî ihtiyaçları çeyizleri almak üzere bir miktar daha aldı ve Hz. Ebû Bekir (r.a.)’e uzattı. Paranın kalan kısmını da müminlerin annesi Ümmü Seleme (r.anhâ)’ya emanet olarak gönderdi. Hz. Ebu Bekir (r.a.), Selman ve Bilâl yardımcıları birlikte çarşıya çıkıp çeyizlik eşyaları ve diğer ihtiyaçları temin ettiler.
Hz. Fatıma’ya çeyiz olarak alınan eşyalar şunlardı: 1 adet kadife yorgan, 1 adet yüzü deri içi lif dolu yastık, 3 adet minder. 2 döşek, 1 koç postu, 1 adet topraktan yapılmış su testisi, 1 su tulumu, 1 elek, 1 kilim, 2 adet Yemen işi gümüşle işlenmiş elbise, 2 adet el değirmeni, 1 meşin su bardağı, 2 adet çanak çömlek, 1 adet hurma yaprağından örülmüş sedir.
“O Benden Bir Parçadır“
Hz. Fâtıma (r.anhâ)’nın çeyizleri alınmıştı. Düğün hazırlıkları tamamlanmış fakat günü belirlenmemişti. Hz. Ali ile kardeşi Akil düğün mevzuunda görüşmek üzere birlikte Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimizin hanesine geldiler. Kapıda Ümmü Eymen’e rastladılar ve durumu ona açtılar. O da: “Bu iş için bana biraz müsaade edin. Ben size yardımcı olayım. Meseleyi önce Resûlullah’ın zevcelerine açar ve bir cevap almaya çalışırım.” diyerek onları geri döndürdü.
Rasûlullah (s.a.)’in hizmetinde bulunan dadısı Ümmü Eymen bu meseleyi Ümmü Seleme’ye söyledi. O da Hz. Âişe (r.anha)’nın evinde toplandıkları bir sıra da Efendimize durumu arzetti ve: “Yâ Rasûlallah! Haticetü’l-Kübrâ hayatta olsaydı bize söz düşmezdi. O bu işi tamamlardı.” diyerek söze başladı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.), Hz. Hatice annemizin ismini duyunca; “Onun gibi hatun nerede bulunur? Herkes beni yalanlarken o tasdik etti. Bütün malını İslâm yoluna sarfetti.” buyurdu.
Ümmü Seleme annemiz söze devamla: “Ya Rasûlallah! Hakîkaten Hatice dediğiniz gibiydi. Cenâb-ı Hak onu ve bizleri Cennette cemeylesin. Şimdi onun kızı Fâtıma’yı düşünsek. Amca oğlun Ali düğünlerinin yapılmasını istiyor. Siz ne buyurursunuz?” dedi. Efendimiz: Ali bana böyle bir şey söylemedi.” buyurdu. Ümmü Seleme annemiz de: “Ya Rasûlallah! Ali mahcûbiyetinden, edebinden size söyleyemez.” dedi. Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimiz: “Öyleyse Ali’yi çağırın.” buyurdular. Ümmü Eymen koşup Hz. Ali’yi çağırdı. Mahcubiyetinden sıkılarak huzura giren Ali (r.a.) bir kenara oturdu. Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimiz: “Yâ Ali düğününüzün olmasını arzu ediyor musun?” buyurdu Ali de: “Evet” dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz: “Fâtıma’nın çeyizi tamamdır. İnşallah bu vazifede yerine gelecektir.” buyurdu. Ümmü Seleme annemize haber gönderip 10 dirhem istedi. Gelen parayı Hz. Ali’ye uzattı ve: “Ya Ali! Bir miktar hurma, biraz tereyağı biraz da yoğurt al gel” buyurdu.
Hz. Ali siparişleri alıp huzura getirdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) hurmaları bir kaba boşaltıp mübarek elbisesiyle ezdi. Biraz un, yoğurt ve tereyağı ile karıştırarak tatlı bir düğün yemeği yaptı. Arapların meşhur “Hays” adını verdikleri bu yemeği tabaklara koydu. Bu velîme hazırlığından haberdâr olan Sa’d İbn Ubâde (r.a.) katkı olmak üzere derhal bir koyun kesti getirdi. Bir başka sahâbî yağ, un v.s. getirdi. Hazırlıklar tamam olunca Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz: “Yâ Ali! Ashab-ı Kiramı davet et! Dostlarını davet et!” buyurdu. O da dışarı çıkıp ashâbı davet etti. Gelenler onar onar içeri alınıp sıra ile sofraya oturtuldu. Bu şekilde sofralar dolup taştı. Gönülleri bereket, rahmet kuşattı. Hz. Ali (r.a.) o gün velîme yemeğinden yediyüz kişinin yediğini nakletmiştir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) Ümmü Seleme annemizle Ümmü Eymen’den Fâtıma’yı giydirip kuşatmalarını istedi. Bir deve getirilip süslendi. Hz. Fâtıma bindirildi. Yuları Selman-ı Fârisî (r.a.)’ın eline verildi. Huzur ve neşe içerisinde Hz. Ali’nin evine getirildi. Böylece insanlık kadınlarının tacı Hz. Fâtıma (r.anhâ) şânına yakışan bir sadelik içinde hicretin 2. yılının Zilhicce ayında gelin oldu.
Ümmü Eymen’in anlattığına göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.)kendisi gelinceye kadar Hz. Ali’nin Fâtıma’nın yanına gerdeğe girmemesini emir buyurmuştu. Efendimiz gelip kapıyı çaldı. Dadısı Ümmü Eymen karşıladı. Selam verdi. İçeri girmek için izin istedi. İzin verilince girdi ve: “Kardeşim burada mı?” diye sordu. Ümmü Eymen: “Ya Rasûlallah! Kardeşin kim?” dedi. Efendimiz de: “Ali ibni Ebî Tâlib” buyurdu. Dadısı: “Sen kızını onunla nikâhladığına göre o nasıl kardeşin olur?” dedi. Efendimiz: “Evet! o öyledir.” buyurdu. Yani o benim dinde kardeşim olur. Fâtıma ile evlenmesinde bir sakınca yoktur dedi. Sonra bir kapla su getirtti. Abdest aldı ve Hz. Ali’yi çağırdı. Abdest suyundan göğsüne iki omuzunun arasına serpti. Sonra Hz. Fâtıma’ya da aynı şekilde davrandı ve: “Allahümme bârik fîmâ ve bârik lehüma fi neslihimâ= Allah’ım bu evliliği mübarek kıl! Onlara ve nesillerine mübarek kıl.” buyurdu ve: “Ey Allah’ım ! Fâtıma ve zürriyeti hakkında kovulmuş şeytandan sana sığınırım.” diye duâ etti. Hz. Ali için de aynı duâyı tekrar ederek: “Allah’ın ismi ve bereketiyle gir zevcenin yanına.” buyurdu.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) evlenecek bir kimseyi tebrik edeceği zaman “Allah bunu senin için mübarek kılsın! Allah’ın bereketi senin üzerine Olsun! Allah ikinizi hayırda birleştirsin!” diye duâ ederdi.
Yeni gelin ve damata bu duâları yaptıktan sonra onların arasındaki muhabbeti kuvvetlendirmek için kızına: “Vallahi Ey Fâtıma! Ben seni, ailemin en hayırlısına nikâhladım! Allah hakkı için erin iyi erdir. Sahâbenin evvelidir. İslâm’da büyüğüdür. İlim de en derinidir. İmamların kadısı, İslâm’ın kahramanıdır. Zinhar ona isyan eyleme ve emrine muhalefet etme!” diye nasihatta bulundu. Damadına da: “Ey Ali, Fâtıma’nın hakkına riâyet eyle! O’nu hoş tut. O benden bir parçadır. Eğer onu üzersen, beni üzmüş olursun.” buyurdu. Her ikisini de Allah’a emanet ederek oradan ayrıldı.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.)’in neslini devam ettirecek bu evlilikten “seyyid” ve “şerif” ünvanlarıyla anılan ve Seyyidler neslinin kaynağı olan insanlar dünyaya gelecektir.
Fatıma’tüz-Zehra’nın evinde sevgi, saygı, şefkat, merhamet, hizmet, firaset, nezâket ve nezâhet gibi üstün ahlâkî meziyyetler yeşerdi ve dünyanın güzellikleri paylaştıkları gibi gibi sıkıntılarını da birlikte sabır ve rıza ile göğüslediler.
Hz. Fâtıma (r. anhâ) maddi olarak yoksul bir evde ve fakirlik içerisinde bir hayat sürdü; el değirmeninde un öğütürken taş çevirmekten avuçlarının içi kabarsa da arpa öğütüp ekmek yaptı. Ama yokluktan, yoksulluktan hiç şikâyet etmedi. Zâhidece ve sufiyâne bir hayat yaşarken kimseye dert yanmadı.
O, hassas ruhlu, zayıf yapılı idi. Yaşından beklenmeyecek derecede yüce bir ahlâka sahibti. Üstün bir zekâsı, halîm ve selîm bir yapısı vardı. Son derece mütevaziydi. Söz ve davranışlarında vakurdu. Çok az konuşurdu. Ağzından çıkan sözler inci danesi gibi hikmetler saçardı. Cömertti, zâhidâne yaşamayı severdi. Ev işlerinde maharetli ve becerikliydi. İki Cihan Güneşi Efendimizin bir parçası ve kalbinin meyvesiydi.
Hz. Âişe (r.anhâ) annemizin bildirdiğine göre insanlardan Rasûlullah (s.a.)’e en sevgili olan Hz. Fâtıma idi. İçeri girdiğinde Efendimiz ayağa kalkar ve yerine oturturdu. Bir sefere çıkarken veya seferden döndüklerinde önce mescide girer, iki rekat namaz kılar ve sonra sevgili kızına uğrardı. Onunla bir müddet sohbet ederdi. Hz. Fâtıma (r.anhâ) da babacığını çok seviyordu. Onu gölge gibi takib etmek istiyordu. Uhud savaşında babacığının yaralandığını duyunca bütün tehlikeleri göze alarak yanına vardı. Yanağına doğru akan kanı temizledi ve kül bastırarak durdurdu. Yarasını tedavi etmeye çalıştı.
Hazret-i Fâtıma radıyallahu anhâ’nın hayatı, kıyamete kadar gelecek İslâm kadınlarının örnek alacağı ibretlerle, ahlâkî meziyyetlerle doludur. O’nun evliliği, çeyizi, ev işlerindeki becerisi, mahareti, beyine karşı samimi, sevgi dolu hizmetleri, komşuluk münasebetleri, ilmi, irfanı ve infakı günümüze ışık tutmaktadır. O, eşyanın kölesi, hizmetçisi olmadı. Allah ve Rasûlünün sevdiği yolda samîmî kul olabilmek için gayret etti. Hayatını bu hedef ve gaye içerisinde geçirdi.
Hz. Fâtıma (r.anhâ) vefat ettiğinde geride gözü yaşlı sevgili kocası Hz. Ali ve beş çocuk bıraktı. Hasan 8; Hüseyin 7; Ümmü Gülsüm 5; Zeyneb 3; Rukiye 2 yaşlarındaydı. Üç ablasının ismini, üç kızında yaşatmak istemişti. Kendisi de 28 yaşlarındaydı. Bir çocuğu da küçükken vefat etmişti.
Hz. Fâtıma (r.anhâ)vefatına yakın günlerde Hz. Esmâ’ya: “Ölünce beni erkekler arasına perdesiz çıkaracaklarını düşünerek çok utanıyorum.” demişti. O zaman kadınların cenâzesi kefene sarılıp perdesiz götürülürdü. Hz. Esma, Habeşistan’da hanım cenazelere hurma dalından çadır gibi örgü yaptıklarını görmüştü. Hz. Fâtıma (r.anhâ)’ya bunu anlatmıştı da hoşuna gitmişti. O zaman böyle bir tabut yapılmasını söylemişti. İslâm’da tabuta konarak kabre götürülen ilk kadın cenazesi Onun mübarek nâşı olmuştur. Cenaze-sini Hz. Abbas veya Hz. Ali kıldırmıştır. Vasıyyeti üzerine geceleyin Hz. Ali, Hz. Abbas ile oğlu Fazl tarafından Cennetü’l-Baki’aya defnedildi.
Fatıma’tüz-Zehra’nın Örnek Hayatından Kesitler:
Allah’ın Övgüsü
Hz. Ali (r.a.) ile Hz. Fâtıma (r.anhâ)’nın yuvası hizmet, iltifat, saygı, edeb, iffet ve kıymet bilme gibi üstün ahlâkî meziyyetlerle donatılmıştı. Birbirlerinin fikir ve düşüncesine çok değer verirler; görüş ayrılığı olsa dahi ortak bir noktada birleşirlerdi. Dâvâ şuûruna sahib, samimi bir muhabbet ocağı, sıcak bir aile kurmuşlardı. Ebedî hayatı kazanmak ve Allah’ın rızasına erebilmek onlar için her şeyden önce gelirdi. Kendileri yemez, ihtiyaç sahiplerine yedirirlerdi. Kapısına gelen fakiri reddetmezlerdi. Kendileri muhtaç oldukları halde başkalarına verirlerdi. Onların bu güzelliklerini, cömertliklerini ve îsâr halindeki davranışlarını Allah, Kitâb-ı Kerîm’inde övülmüştür.
“Hz. Ali ile Hz. Fâtıma’nın nâfile oruç tuttukları bir akşam vakti kapılarına bir fakir gelir. “Allah için” diyerek birşeyler ister. Onlar da kendileri için hazırladıkları iftarlıkları olduğu gibi fakire verirler. Peşpeşe üç gün aynı vakitte akşam ezanı okunacağı zaman değişik kılık ve kıyafette yoksul, garib birileri kapılarına gelir; “Allah için” diyerek dilekte bulunur. Hz. Ali ile Hz. Fâtıma (r.anhûm) birlike hazırladıkları iftarlıkları olduğu gibi bu yabancı garib kimseye verirler. Kendileri üç gün birşey yemeden peşpeşe su ile oruç tutarlar. Onların bu güzel hali, gönüllerindeki engin infak şuuru Allah Teâlâ’nın hoşuna gider ve şu âyet-i celîle ile taltif edilirler.
“İyiler şüphesiz (güzel kokulu ve serin) kâfur katılmış bir kadehten içerler. Bu Allah’ın has kullarının içtikleri ve akıttıkça akıttıkları bir pınardır. O kullar, şiddeti her yere yayılmış olan bir günden korkarak verdikleri sözü yerine getirirler. Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne bir teşekkür bekliyoruz. Biz çetin ve belalı bir günde Rabbimizden (O’nun azabına uğramaktan) korkarız.” (derler)” (İnsan Sûresi; 5 – 10)
Vahiy tamamlandığında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) bu müjdeyi kızına ve damadına bildirdi. Her ikisi de sevinçlerinden üç günlük açlığın verdiği sıkıntıyı bir anda unuttular.
***
Hz. Ali (r.a.) ile Hz. Fâtıma (r.anhâ) arasında kurulan evlilik ümmete ibretler dolu, karı-koca arasındaki sevgi, saygı, samimiyet ve güzel geçime örnek bir yuva olmuştu. Bu yuvanın fertlerinden birisi üzgün olsa diğeri onun üzüntüsünü gidermek için gayret eder ve evdeki eksikleri görmezden gelerek musâmaha ile karşılar; birbirlerini dinler ve dertleşirlerdi. Fakat beşer olarak bu mutlu yuvada da küçük kırgınlıklar da olmaz değildi.
Birgün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) kızını ziyarete gitmişti. Damadını evde göremeyince kızına: “Amcanın oğlu nerede?” diye sordu Hz. Fatıma da: “Aramızda ufak bir şey geçti. O sebeple çıkıp gitti.” cevabını verdi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) dışarı çıktı ve Sehl İbni Sa’d (r.a.)’a: “Ya Sehl, git Ali’ye bak. Nerede ise bana haber ver.” buyurdu. Sehl doğru mescide koştu. Hz. Ali’nin orada uyumakta olduğunu gördü. Dönüp geldi ve mescidde yattığı haberini verince Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) kalktı mescide gitti. Hz. Ali toprak üzerine uzanmış, uyuyakalmıştı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) damadını bu vaziyette görünce mübarek elleriyle yüzündeki tozları sildi. Üstü-başı toprak olduğu için “Ey Ebû Tûrâb kalk!” diye seslendi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.)‘in sesini duyan Hz. Ali derhal ayağa kalktı. Üstü başı toz toprak içinde olmuştu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) elbisesini temizlemeğe yardım etti ve elinden tutarak evine götürdü.
***
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) damadını ve kızını evliliklerinin ilk altı ayında sabah namazına çıkarken kapılarının önünde durup: “Ey Muhammed’in ev halkı! Haydi Namaza!” diye devamlı çağırmış ve peşinden; “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden günah kirini gidermek, sizi tertemiz yapmak ister.” meâlindeki Ahzâb sûresi 33. âyetini okumuştur. Bir defasında da sabah namazı dönüşünde damadının evine uğramış ve kızını uykuda bulunca, namazını kılmadı zannederek şöyle seslenmişti: “Kızım Fâtıma! Muhammed Mustafa’nın kızıyım diye sakın namazı terk edeyim deme. Beni hak peygamber olarak gönderen Allah’a andolsun ki, beş vakit namazı vakti içinde kılmadıkça cennete giremezsin” buyurdu.
***
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) bir gün kızının hastalandığını duydu ve ziyaretine gitti. İmran İbni Husayn (r.a.) da yanında idi. Kapıya varınca tıklattı ve selâm verdi. Hz. Fâtıma (r.anhâ) derhal kapıyı açtı ve : “Buyurun babacığım” diyerek içeriye aldı. Sevincinden hastalığını unutmuş gibiydi Efendimiz: “Kızım yanımda İmrân İbni Husayn var başını ört!” buyurdu. Hz. Fâtıma (r.anhâ): “Babacığım bundan başka örtüm yok. Onunla başımı örtsem vücudum açıkta kalıyor.” dedi. Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimiz: “Örtüyü düz olarak değil, köşeli olarak ört ki her tarafını kapasın” buyurdu. Sonra İmran İbni Husayn da içeri alındı. O da “geçmiş olsun” dileğinde bulundu; dua ederek izin istedi.
***
Namaz Tesbihatı
Hz. Fâtıma (r.anhâ) birgün arpa öğütmek için el değirmenini çevirmekten avuçlarının içi kabardı. Bunu Hz. Ali’ye göstererek bir çare aramasını istedi. Hz. Ali (r.a.) da “dilersen babana durumu açabilirsin” dedi. Medine’ye esirlerin getirildiğini duyan Hz. Fâtıma (s.a.) babasından kendisine bir hizmetçi verilmesini istedi. Rahmet Peygamberi (s.a.) Efendimiz kızına: “İstediğinden daha hayırlısını size haber vereyim mi?” Cebrâil’in bana öğrettiği şu kelimeleri her namazın sonunda okursan, hizmetçiden daha iyidir. Bunlar: Otuz üç defa: “Subhânallah” otuz üç defa: “Elhamdülillâh” otuz üç defa da: “Allahü Ekber” demenizdir.
***
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) çok sevdiği kızını ve torunlarını görmek için sık sık damadının evine giderdi. Bir defasında kapıya vardı ve içeri girmeden geri döndü. Hz. Fâtıma buna çok üzüldü. Hz. Ali eve geldiğinde hanımını üzüntülü gördü. Sebebini sordu. O da: “Ya Ali: Rasûlullah geldi kapıdan içeri girmeden geri döndü, gitti” dedi. Buna Hz. Ali (r.a.) da çok üzüldü. Derhal sebebini öğrenmek üzere Rasûlullah’a koştu, Fâtıma’nın üzüntüsünü arzetti. Eve niçin girmediğini sordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) birazcık sitemle: “Benim dünya ile ne işim var? Benim işlemeli perde ile ne işim var?” buyurdu. Hz. Ali (r.a.) meseleyi anladı ve hemen ailesine döndü ve Efendimizin hoşnutsuzluğunu haber verdi. Bunun üzerine Hz. Fâtıma (r.anha): “O perdeyi ne yapmamı emrediyor” dedi. Yine Rasûlullah’ın huzuruna varan Hz. Ali’ye: “Fâtıma’ya söyle; O perdeyi filan oğullarına göndersin” buyurdu. Rasûlullah’ın istemediği bir şeyi onlar hiç istemezlerdi. Allah Rasûlü babasını memnun etmek onların en büyük arzusu olduğundan O’na karşı kusur etmemeğe son derece dikkat ederlerdi. Bu emir üzerine o perde yerinden indirilip ihtiyaç sahiplerine gönderildi.
***
Bir defasında Hz. Ali ile Hz. Fâtıma karşılıklı sohbet ediyorlardı. Birbirlerine iltifatlarda bulunuyor ve: “Hangimiz Allah’ın Rasûlü’ne daha sevgilidir? Kızı mı? Damadı mı?” diye konuşuyorlar ve tatlı tatlı gülüyorlardı. Tam bu sırada Resûl-i Ekrem (s.a.) yanlarına çıkageldi. Onları neşeli görünce pek sevindi. Babasına çok düşkün olan Hz. Fâtıma (r.anhâ) gülümseyerek: “Babacığım. Ali ile sizin yanınızda hangimizin daha sevimli olduğumuz üzerinde konuşuyorduk.” dedi. Bunun üzerine Rahmet Peygamberi Efendimiz hem kızına hem de damadına beslediği derin sevgiyi şöyle ifade etti: “Kızım sen, babanın evlâdına olan tabii sevgisinden dolayı bana Ali’den daha sevgilisin. Fakat Ali de benim gözümde senden daha kıymetli ve daha çok izzet sahibidir.” buyurdu. Her ikisini de değişik yönlerden sevdiğini duyurdu. Her fırsatta Onların aralarındaki muhabbetin artmasına gayret etti.
***
Hz. Fâtıma (r.anhâ) vahyin muhatabı olan babası Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.)‘in sohbetlerinden çok yararlanmıştı. Bir gün Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz Hz. Ali’ye: “-Ya Ali, Allah Teâlâ’yı sever misin?” diye sordu. O da: “Evet! Ya Rasûlallah severim.” dedi. Efendimiz: “O’nun Rasûlünü de sever misin?” dedi.Hz. Ali heyecanlanarak: “Evet yâ Rasûlallah!” dedi. Efendimiz tekrar: “Kızım Fâtıma’yı da sever misin?” diye sordu. Hz. Ali hiç tereddüt etmeden. “Evet”dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) “Hasan ve Hüseyin’i sever misin?” dedi. O da: “Evet ya Resûlallah severim.” diye cevap verdi. Resûl-i Ekrem (s.a.): “Ya Ali, gönül bir tane, sevgi ise dört. Bir kalbe bu kadar sevgi nasıl sığıyor? buyurdu. Hz Ali bu soruya bir türlü cevap bulamadı. Düşünceli bir vaziyette evine döndü. Onu düşünceli ve durgun görünce Hz. Fâtıma (r.anha) ne olduğunu ve zihninden geçirdiklerini öğrenebilmek için: “Ya Ali seni durgun görüyorum. Üzücü bir şey mi oldu?” diye söze girdi ve; “Eğer bu dünya ile ilgili ise kederlenmeğe değmez. Ahiret ile ilgili bir husus ise nedir seni üzen şey?” dedi. Nazlı eşinin sorusunu cevapsız bırakmak istemeyen Hz. Ali (r.a.) başından geçen olayı anlattı ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.)‘in sorduğu soruya cevap veremediğini söyledi. Hz. Fatıma (r.anhâ) soruyu öğrenince gülümsedi ve “Ya Ali! Babamın yanına git ve şöyle cevaplandır.” diyerek açıklamalarda bulundu. Hz. Ali bu izâhatten memnun oldu. Gönlüne hoş geldi ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.)‘in huzuruna koştu: “Ya Rasûlallah! Sağ, sol, ön, arka diye insanın yönleri vardır. Kalbin de böyle. Ben Allah’ı aklım ve imanımla, sizi ruhum ve imanımla, Fâtıma’yı, insânî nefsim ile, Hasan ve Hüseyini de babalığın tabii icabı ile seviyorum.” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) bu cevaba tebessüm etti ve: “Ya Ali! Bu sözler ancak Peygamber ağacının dalından alınmış meyvelerdir.” buyurdu.
***
Hz. Fâtıma (r.anhâ) çok hassas ve yufka yürekliydi. Kimsenin üzülmesini istemez, acı çekmesine dayanamazdı. Allah Rasûlü babası rahatsızlandığı zaman hemen yanına koşardı. “Vah babacığım!…” diyerek üzülürdü. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) de: “Sabret kızım! Sabır güzeldir!” buyurarak onu teselli ederdi. Birgün şiddetli ateşler içinde iken etrafındakilere:
“Ey insanlar! Siz bana karşı hiçbir şeyle delil bulamazsın! Zira, Ben ancak Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’in helâl kıldığını helâl, haram kıldığını da haram kıldım.
“Ey kızım Fâtıma! Ey halam Safiyye! Allah katında makbul olan ameller işleyiniz. Bana güvenip tembellik etmeyiniz. Çünkü ben, sizi, Allah’ın azabından kurtamam!…” buyurdu. İnsan için ancak çalıştığının karşılığının verileceğini duyurdu. Kişiyi ancak iman ve amelinin kurtaracağına dikkat çekti.
Hastalığı ağırlaştıkça ümmetini daha çok düşünüyor ve onları cehennemin korkunç alevlerinden kurtarmak istiyordu. Yine etrafında bulunanlara: “Namaza… Namaza dikkat… Namaza… Namaza… devam ediniz!…” buyurarak İslâm’ın ana direği namazı muhafaza etmek gerektiğini vurguluyordu.
Bana İlk Kavuşacak Sensin !..
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.)’in hastalığı iyice ağırlaştığı birgün kızı Hz. Fâtıma’yı yanı başına çağırdı. Babasının ateşler içinde yandığını gören Hz. Fâtıma: “Vah babam, vah Allah’ın Rasulü babam” dedi. İçinin yanıklığını bu ifadelerle dile getirdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) biricik kızının başını kendine doğru çekip kulağına bir şeyler fısıldadı. Hz. Fâtıma hıçkırıklara boğularak ağlamağa başladı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) kızının ellerinden tutarak tekrar kendisine doğru çekti ve kulağına yine bir şeyler söyledi. Bu sefer Hz. Fâtıma’nın yüzünde tebessüm belirdi. Üzüntü ile sevinç bir arada yaşanınca Hz. Aişe annemiz merak edip bu hali Hz. Fatıma’ya sordu. O da şimdi söyleyemiyeceğini belirteyerek özür diledi. Daha sonra açıkladığına göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) sevgili kızına ilk defasında “Cebrâil aleyhisselâm her sene bana bir kere Kur’an-ı Kerim’i arz ederdi. Bu sene iki kere okudu. Anladığım ecelim yaklaşmıştır…” buyurmuştu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.) onu teselli etmek ve sabrını artırabilmek için Fatıma’tüz-Zehra ile fazla ayrı kalmayacaklarını duyurarak sabır dilemek için ikinci defasında kulağına tekrar fısıldayıp: “Ehl-i beytimden bana ilk kavuşacak olan sensin.” buyurunca ağlamasına son veren Fatıma gülümsemişti.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.)’in Vefatı ve Sonrası
Hz. Fâtıma (r.anhâ) babasının ateşinin yükseldiğini gördükçe adeta kendi kendine eriyordu. İçinin yanıklığını, ıstırabını: “Vah babama!.. Vay babamın çektiği ıstıraba…” diyerek dışa vuruyordu. Efendimiz de sevgili kızını teselli edebilmek için: “Kızım! Bugünden sonra baban hiç ıstırab çekmeyecektir. Kızım! Sakın ağlama! Ben vefat ettiğim zaman ‘İnnâ Lillâhi ve innâ ileyhi râciûn’ de!..” buyurdu.
O, babası Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.)’in ruhu dâr-ı bekâ’ya uçtuğu zaman elem ve kederini: “Ey Allah’ın davetine koşan babam!.. Ey mekanı Firdevs olan babam! Ey ölüm haberini Cebrâil’den alan babam!… Ey Rabbine kendisinden daha yakını bulunmayan babam!…” ifadeleriyle dile getirdi.
Hz. Fâtıma (r.anhâ)’nın acıları bitmeyecek ve yüreğinin ateşi sönmeyecekti. Sevgili babasından ayrıldığı günden sonra güldüğü hiç görülmemiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.)’in kabr-i şerîfini ilk ziyaret eden Hz. Fâtıma oldu. Gözyaşları içerisinde kabre bakarak bir süre öylece kalakaldı. Sonra eşi Hz. Ali’ye dönerek: “Allah’ın Rasûlü’nün üzerine toprak atmaya gönlünüz nasıl râzı oldu?” dedi. Yüreğinin yanıklığını isyana varmayan ağıtlarıyla şöyle dile getirdi: “Üzerime öyle musîbetler döküldü ki, şayet onlar gündüzlerin üzerine dökülseydi, kararır da gece olurdu.”
Hz. Fatıma (r.anhâ) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.)’in kendisine sır olarak söylediği sözlerle teselli bulmağa çalışıyordu. Beş çocuğu, üçü kız, ikisi erkek etrafında pervane gibi dönüyorlardı. Ama o ilahî kaderin kazâ safhasına çıkacağı zamanı bekliyordu.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (s.a.v.)’in vefatından altı ay geçmişti. Hz. Fâtıma da hastalanıp yatağa düştü. Hicretin on birinci yılı, Ramazan ayına girilmişti. Rahatsızlığı şiddetlenince çocuklarının dışarı çıkarılmasını Hz. Ali’den istedi. İçeriye “anneciğim” dediği Ümmü Râfi’ ile Hz. Esma binti Umeys girdi. Kendisine abdest aldırıp yalnız bırakılmasını istedi. “Rabbime duâ ve niyazda bulunmak istiyorum” dedi. Derin bir niyaz halindeyken nazenin bedenini odanın içinde bırakarak ruhunu Rabbine teslim etti. Rahmetullahi aleyh.
Kaynak:Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi