İslâm’ın Esasları

İSLAM’IN ESASLARI

İman
İslam
İhsan
İlm-i Hâl

Biz mescidde Hz. Peygamber (sav)’le birlikte otururken, devesine binmiş olarak bir adam girdi ve mescidin avlusuna devesini ıhıp bağladıktan sonra: “Muhammed hanginizdir?” diye sordu.

Biz; “Dayanmakta olan şu beyaz kimse” diye gösterdik. (Nesâi’deki Ebu Hüreyre (ra) rivayetinde: “Şu dayanmakta olan hafif kırmızıya çalan renkteki kimse” diye tasvir mevcuttur.)

Adam: “Ey Abdulmuttalib’in oğlu!” diye seslendi.

Resulullah (sav): “Buyur seni dinliyorum” dedi.

Adam: “Sana birşeyler soracağım. Sorularımda aşırı gidebilirim, sakın bana darılmayasın” dedi.

Hz. Peygamber (sav): “Haydi istediğini sor!”

Adam: “Rabbin ve senden öncekilerin Rabbi adına soruyorum: Seni bütün insanlara peygamber olarak Allah mı gönderdi?”

Hz. Peygamber (sav): “Kasem olsun evet!”

Adam: “Allahu Teala adına soruyorum: Gece ve gündüz beş vakit namaz kılmanı sana Allah mı emretti?”

Hz. Peygamber (sav): “Allah’a kasem olsun evet!”

Adam: “Allah adına soruyorum, senenin şu ayında oruç tutmanı sana Allah mı emretti?

Hz. Peygamber (sav): “Allah’a kasem olsun evet!”

Adam: “Allahu Teala adına soruyorum: Bu sadakayı zenginlerimizden alıp fakirlerimize dağıtmanı Allah mı sana emretti?”

Hz. Peygamber (sav): “Allah’a kasem olsun evet!”

Bu soru-cevaptan sonra adam şunu söyledi: “Getirdiklerine inandım. Ben geride kalan kabilemin elçisiyim. Adım: Dımam İbnu Sa’lebe’dir, Benu Sa’d İbni Bekr’in kardeşiyim.”

(Bunu Beş Kitap rivayet etmiştir. Metin Buhari’den alınmıştır). Müslim’in rivayetinde şöyle denir: “Bir adam geldi ve şöyle dedi: “Bize senin gönderdiğin elçi geldi ve iddia etti ki sen Allah tarafından gönderildiğine inanmaktasın.” Hz. Peygamber (sav): “Doğru söylemiş” dedi. Adam tekrar: “Öyleyse semayı kim yarattı?” Hz. Peygamber (sav): “Allah” dedi. Adam: “Peki bu dağları kim dikti ve içindekileri kim koydu?” dedi. Hz. Peygamber (sav): “Allah!” dedi. Adam: “Peki semayı yaratan, arzı yaratan ve dağları diken zat adına söyler misin, seni peygamber olarak gönderen Allah mıdır? Hz. Peygamber (sav): “Evet!” dedi. Adam: “Elçin iddia ediyor ki biz gece ve gündüz beş vakit namaz kılmalıyız, bu doğru mudur?” Hz. Peygamber (sav): “Doğru söylemiştir!” Adam: “Seni gönderen adına doğru söyle. Bunu sana Allah mı emretti?” Hz. Peygamber (sav): “Evet!” dedi.   Adam sonra zekatı, arkasından orucu, daha sonra da haccı zikretti ve bu şekilde sordu.                       Ravi der ki: Hz. Peygamber (sav) de her sualde “Doğru söylemiş” diye cevap veriyordu. Adam (son olarak) sordu: “Seni gönderen adına doğru söyle. Bunu sana Allah mı emretti?” Hz. Peygamber (sav): “Evet” dedi.

Adam sonra geri döndü ve ayrılırken şunu söyledi: “Seni hakla gönderen Zat’a kasem olsun, bunlar üzerine hiç bir şey ilave etmem, bunları eksiltmem de.”

Hz. Peygamber (sav): “Bu kimse sözünde durursa cennetliktir!” buyurdu.

Kaynak:Buhari, İlm 6; Müslim, İman 10, (12); Tirmizi, Zekat 2, (619); Nesai, Siyam 1, (4, 120); Ebu Davud, Salat 23, (486)

Ravi (r.a.):Enes İbnu Malik

İman

 İman, “bir şey”e tereddütsüz inanmak ve kesin olarak, içten ve yürekten bağlanmak anlamına gelir.

İmanın İslami anlamı ise, Allah’ın varlığına, birliğine, tereddütsüz inanmak ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamber olduğunu ve bize bildirdiği şeylerin hepsinin hak ve doğru bulunduğunu, hiçbir şübhe duymadan kabul ve kalben onaylayıp tasdik etmektir. İman kısaca, Rasulullah’a  Allah’tan bildirilen ve O’nun da insanlara  haber verdiği esasların hepsine birden, topluca inanmak demektir.

Bir kimse, anlamını bilerek ve kalbden de kabul ederek Kelime-i Tevhid olarak bilinen :

“Lâ ilâhe illâllah Muhammedün Rasûlüllah” dese esas olarak iman etmiş olur.

Kelime-i Tevhid’in anlamı şudur: Lâ ilâhe illâllah: Allah’dan başka hiçbir ilâh ve tapınılacak yoktur. Muhammedün Rasûlüllah: Muhammed (s.a.v.), Allah’ın Rasûlü (elçisi)dür.

Peygamberimizin Allah’tan haber verdiği şeylerin herbirini delilleriyle bilip inanmak ise “Tafsilî İman”  olarak adlandırılır. Âmentü’de yer alan 6 iman esası ile dinin namaz, oruç, hac, zekât gibi farz kıldığı ibâdetler ve adam öldürmek, içki içmek, zinâ yapmak gibi haram saydığı fiillerden kaçınmaktan ibarettir.

Âmentü

 Âmentü, her müslümanın inanması, kabûl edip tasdik etmesi farz olan iman esaslarıdır.

Âmentü’de yer alan iman esasları şunlardır:

1.Allah’a inanmak,

  1. Meleklerine inanmak,
  2. Kitablarına inanmak,
  3. Peygamberlerine inanmak,
  4. Âhiret gününe, öldükten sonra dirilmeye inanmak,
  5. Kadere, hayır ve şerrin Allah’dan olduğuna inanmak.

    İmanı Dile Getirmek

          İmanın aslı, “kalb ile tasdik, dil ile ikrardır.”  Dil ile söylemek imanın şartı değildir. İnsan dil ile imanını itiraf etmese bile, kalben inandıktan sonra mü’min sayılır.  İmanını dil ile söylemek, kişinin imanı hakkında hüküm verebilmek ve öldüğünde kendisine müslüman muamelesi yapabilmek için gereklidir. Kısaca imanı dili ile söylemek aslî şart değil, kişinin imanı hakkında hüküm verebilmek için gereken bir durumdur. Cemaatle namaz kılmak, dinî bir vecibeyi halk içerisinde yerine getirmek de, imanı dil ile ikrar gibidir. Bu konuda Rasûlüllah şöyle söylemiştir: “Mescide gittiğini gördüğünüz kimsenin imanına şehadet ediniz. Çünkü Allah, ‘Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve âhiret gününe iman edip namaz kılan ve zekât veren kimseler imâr eder’ (et-Tevbe, 18) buyurmaktadır.”

Dil ile ikrâr, imanın temel şartı olmadığı için, bir zorlama durumunda veya buna benzer bir mâzeret karşısında kalben değil, sadece dil ile inancını inkâr etmek, imana aykırı söz söylemek dînen câiz olur. Böyle bir duruma mecbur kalan kimse imandan çıkmaz, kalben tasdikini koruduğu için de mü’min sayılır. Asr-ı Saâdette Ashabdan Ammâr bin Yâsir, mâruz kaldığı ağır baskı ve işkencelere tahammül edemeyerek imanını diliyle inkâr etmiş, böylece uğradığı işkencelerden kurtulmuştur. Rasûlüllah (s.a.v.), O’nun bu hareketini tasvib etmis; kalb iman ile dolu iken, zor karşısında dil ile inkârın,  imana zarar vermeyeceğini belirtmistir.

          İman ile Amel İlişkisi

Amel, insanın inandığı şeyleri yaşaması, dinin emrettiklerini yerine getirmesi, yasakladığı şeylerden de kaçınması demektir. Amelin iman ile yakın bir ilişkisi vardır. İnsan önce bir “şey”i benimser, doğruluğuna inanır, sonra da o inandığı “şey”i yaparak yaşar. Bununla beraber amel, imanın bir parçası değildir. İnsan dînin bazı emirlerini yerine getirmese bile, imandan çıkmış olmaz, inancını inkâr etmiş sayılmaz. Böyle bir kişi ehl-i sünnet inancına göre sadece günahkâr olur.

Ancak, amel ve ibâdet, kalbdeki imanı kuvvetlendirir, etkisini artırır, insanı olgunluğa eriştirir. İnsanın inancının gereğini yapmaması ise, imanın insan davranışları üzerindeki müsbet etkisinin zamanla zayıflamasına yol açar. İnsan davranışları üzerinde imanın etkisi zayıfladıkça zararlı duygular, kötü huy ve arzular ve sonuçta  günahlar, insanın manevi dünyasını kaplar. Bu durum, kişiyi  küfre, yani, imanını kaybetmeye kadar götürebilir. Çünkü işlenen herbir kötülük ve günah, dinin emirlerine zıd olarak uygulanan her bir amel ve hareket, kalbe işleyip iman nûrunu lekeler ve karartır. Rasûlüllah Efendimiz bu duruma, şu ifadeleriyle işaret buyurmuşlardır: “Bir günah işliyen kimsenin kalbinde, siyah bir leke hâsıl olur.” “Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol vardır” kuralı da buna işaret eder.

Bir cevap yazın