Dr. Nursel Özdarendeli: Ali Şîr Nevâyî’de Türk Kavramı

Ali Şîr Nevâyî’de Türk Kavramı

Yrd. Doç. Dr. Nursel Özdarendeli

  • Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi

Giriş

Türk dünyası edebiyatının bilge siması Ali Şîr Nevâyî, daha yaşadığı dönemde ülkesinin sınırlarını aşan bir şöhrete sahip olmuş ender şahsiyetlerdendir. Yüzyılları aşarak bugüne kadar saygı ve minnetle yâd edilmesi, aktif devlet adamlığının yanı sıra, Türk dili ve edebiyatına yaptığı yeri doldurulamaz hizmetlerden, gönülleri fet­heden lirik şiirlerinden, bir imar adamı, bir tarihçi, bir musikişinas ve samimi bir dindar olması gibi çok yönlü sıfatlarından kaynaklanmaktadır.

Nevâyî döneminin edebî dildeki Farsça yazma modasına rağmen pek çok tür­de ve sayıda eserini Türkçe yazmıştır. Esen rüzgârın tersine olarak başlattığı akım Türkçeyi edebî dil hâline getirmiş, manevi mükâfatı da bu dilin “Nevâyî dili” adıyla anılması şeklinde kendisine geri dönmüştür.

Dünya Türklük bilimi araştırmacılarının Nevâyî üzerinde yaptığı çalışmalar azımsanamayacak derecededir. Fakat hâlâ söylenecek sözler nihayet bulmamıştır.

Bu çalışmada, Nevâyî’nin, yirmi eseri (GS, NŞ, BV, FK, Sİ, LM, FŞ, LT, MN, NM, ME, ML, NC, MK, SM, TEH, TMA, M, HPM, HSHE) taranıp Türk kelimesi ve bu ke­limenin oluşturduğu terkipler tespit edilerek Türk kelimesinin Nevâyî’de kazandığı anlamlar üzerinde durulmuştur.

Ancak bundan önce Türk kelimesi ve tarihî kullanımına ilişkin genel bir değerlendirme yap­makta fayda görülmüştür:

Millî kaynaklarımızda ilk defa Orhun Abide­lerinde karşımıza çıkan Türk kelimesi, Kök Türkler- den bugüne kadar kurulmuş olan Türk devletlerin­de millî kimliğin adı olmuştur.

  1. yüzyıla kadar kurulmuş olan Türk devlet­lerine bakıldığında, siyaset teorisinin, milliyetten ziyade hanedana dayalı olduğu, Tegri inancındaki Kök Türklerden Budist Uygurlara ve Müslüman Karahanlı, Osmanlı, Timurlu vb. Türk devletlerine kadar Türklüğün bir üst siyasal kimlik olarak kabul edildiği görülür.

Kök Türk metinlerinden bu yana milletimizin ve devletimizin adı olarak kullanılan Türk kelimesi, Kök Türk, Uygur ve Karahanlı metinlerinde “güç, kuvvet (EUTS, KB), kudret (M); güçlü, kuvvetli (UÜH), kudretli (ETG); vakit, olgun, yetişmiş, ol­gunlaşmış (DLT)” anlamlarında kullanılmıştır. Eski Oğuz Türkçesi döneminde kelimenin “güzel, civan, köylü, kaba saba adam, Türkistan (EATS)”‘ anlamla­rını kazanarak anlam alanını genişlettiği görülmek­tedir.

Klasik Türk edebiyatında da, geniş bir anlam alanına sahip olan Türk kelimesi, çok çeşitli tasav­vurlarla “sevgili”yi anlatan bir mazmun hâline gel­miştir. Klasik edebiyat ürünlerinin özelliklerinden biri, gerçekliğin ifadesinde sa­natsal söyleyişten yararlanmasıdır. Sanat, gerçeği içine alan ama bizatihi kendini ön plana çıkaran bir yapıya sahiptir. Türk’ün özellikleri de, tıpkı bir buzlu camın ardından belli belirsiz seçilen nesneler gibi “sevgili”yi anlatan sanatlı temsillerin arkasından görünmektedir.

Türk mazmununun oluşumunu sağlayan saikleri, Türk milletinin kendine has çeşitli karakter özelliklerinin, tarih sahnesi üzerinde oynadığı sosyal ve siyasî rolle­rin Arap ve Fars milletleri üzerindeki etkisinde ve bu etkinin edebiyattaki izdüşüm­lerinde bulabiliriz.

Türklerin Farslarla münasebetleri Araplardan öncedir. İslamiyet’ten önce Pers, Soğd, Tohar vs., İslamiyet’ten sonra Sâsânîlerle yakın temaslarımız olmuştur. -Ne zaman başladığı kesin olarak bilinmese de- Farslarla olan bu münasebetlerin bu ka­dar eski devirlere uzanması, her iki millette iç içe geçmiş kültür unsurlarının oluş­masına yol açmıştır. Araplar ise, İslamiyet’ten önce Türklerle yakın temasta bulunamamış, onlar hakkın­da Farslar vasıtası ile bilgi sahibi olmuşlardır.

İslam dinine girdikten sonra Türklerin, İslam orduları için Emevilerle başlayan hizmetleri Abba- silerle doruk noktasına ulaşmıştır. Türk komutanla­rı ve Türk hassa birlikleri, İslam ordularının bütün seferlerine katılmış, sonucu belirleyen vurucu güç olarak başlıca rol oynamışlardır. Bunun sonucunda Türkler -bilhassa halife Mutasım zamanında (833­844)- sınırsız imtiyazlara sahip olmuşlardır. Türkle- rin İslam ordularındaki başarıları, Arap ve Fars top- lumlarının gözünde “cesur, disiplinli, hareketli, çevik, atak, atılgan, gözü pek, dayanıklı, güvenilir, görevine bağ­lı, güzel görünüşlü ve gösterişli” imajlarına sahip ola­rak özel ve imtiyazlı bir yer edinmelerini sağlamıştır. (Koca 2009: 124-131)

Fars edebiyatında Türk’ün fiziki ve karakteristik özellikleri; beyaz, güzel -bu yönleriyle Türk, sevgiliden kinayedir-, çekik ve küçük gözlü, vefasız, savaşçı, yağ­macı, fitneci, köle ve esir, asker olmasıdır (Türkler Çağaniyan hükümeti sonlarında ve Gazneli döneminin başında orduda makamlar elde etmişlerdir ve bundan sonra Fars şiirinde sevgili için askerî tabirler yavaş yavaş kullanılmaya başlanmıştır. “ok kirpik, keman kaş, kement saç…”). siyahın, zulmetin, küfrün, çirkinliğin remzi olan Hintlinin karşısında beyazlığın, kırmızılığın, maneviyat, güzellik ve ruhun sembolü olarak Türk bulunur. (Aydın 2012: 27)

Klasik Türk edebiyatı, -muhteva, nazım biçimi, nazım birimi vb. yönlerinden- Fars edebiyatından ilhamla meydana gelen bir edebiyat olduğu için, Fars edebiya­tının şekil ve anlam özellikleri, Türk edebiyatının da şekil ve anlam özelliği olur. Bu bağlamda, Fars edebiyatının “sevgili, maşuk, mahbub, canan, güzel” mazmunu aynıyla Türk edebiyatına tevarüs etmiştir.

Türk kelimesinin, dilber, civan, dilsitan; kanlı, zalim, kötü kalpli, kavgacı; usta avcı, at binici ve ok atıcı, cesur; köylü; sarhoş gibi sıfatlarını tespit eden divan şiiri sözlükleri de aynı yönde bilgi vermektedir.

İnceleme:

Ali Şîr Nevâyî’de “Türk”:

Bir devlet adamı olmanın yanı sıra bir kültür adamı da olan Nevâyî, sahip ol­duğu millî bilinç ve aldığı eğitim sayesinde Türkçenin atıl durumda bırakılmasına duyarsız kalmamıştır. Türk dilini yücelten bir eylem adamı olarak karşımızda du­ran, onlarca eserini Türk diliyle kaleme alan Nevâyî, bu eserlerin birçoğunda -diğer
klasik edebiyat temsilcileri gibi- Fars edebiyat geleneğinden gelen şekil ve muhteva­ya bağlı kalmıştır. Türk mazmunu, Nevâyî gibi millî vasfına mazhar olmuş bir şairin dizelerinin de estetik unsuru olmuştur.

Türk kelimesi Nevâyî’de, öncelikle millî kimliğinin bildirgesi sonra da klasik edebiyatın geleneği dairesinde birçok anlamı da yüklenen bir mazmun olarak kul­lanılmıştır. Doğu Türk edebiyatının en büyük temsilcisi olarak Nevâyî, bu yönüyle klasik edebiyatın normlarına sadık kalmıştır.

Nevâyî’de Türk kavramı, başta Türk milletini ve sevgiliyi ifade etmesinin yanı sıra köle, olgun ve yetkin anlamlarını da yüklenmiştir.

  1. ‘Türk Milleti’ Olarak “Türk”

Nevâyî’nin eserlerinde Türk kelimesi, isim ve sıfat olarak Türk milletinin adını ve milletle ilişkili çeşitli anlamları ifade etmede çokça kullanılır.

Türk (MK, 105b-l; NM, 195), Etrak (LM, 3598), Türkçe (LM, 3596; NM, 437), Türk tili (TEH, T700b-1; NM, 2), Türkî elfaz (Sİ, 7048), Türk elfazı (M, M782b10; Sİ, 641; LT, 3302, 3545, 3552), Türkane (LT, 3303; LM, 3607), Türk ili (MK, 58b-3; LM, 3597; NM, 386), Türk ulusı (NM, 1-385), Türk hükeması (MK, 83a-6), hakan-ı Türk (TMA, A728a12; A729a16), Türk padşahı (TMA, A721b-17), Türkçe hatt (M, M794a4), Türk ekalîmin (Sİ, 643), Türk nazmı (LT, 3500), Türkî üslüb (LT, 3560), Türk şevki (LM, 3594), Türk meşayıhı (NM, 237-238), Etrak zuafası (MK, 6b-11), Etrak-ı fakîr (LT, 3294) vb. şeklinde yüzlerce defa kullanılmıştır.

Nevâyî, tam bir dilbilimci tavrıyla Türkçeyi savunduğu eseri Muhakemetül- Lugateyn’de, Türklerin genel karakteri hakkında şu sözlere yer verir:

“Andak malum bolur ki Türk Sartdın tîz-fehmrak ve bülend-idrâkrek ve hilkati safrak ve pakrek mahluk boluptur.” (ML, 169)

(Bilindiği üzere, Türk Sart’tan daha pratik düşünceli, daha yüksek kavrayışlı ve yara­dılış bakımından daha saf ve temiz yüreklidir.) (ML, 203)

Leylî vü Mecnûn mesnevisinde, eserini özellikle Türkçe yazdığını dile getirdiği bölümde, Türklerin “iyi huylu ve temiz yürekli” olduğu düşüncelerini tekrarlamak­tadır:

“Neçün ki bu kün cihanda etrak

Köptür hoş-tab u safî-idrak” (LM, 381)

(Bugün cihanda Türkler çokturlar; iyi huylu, saf, temiz ve anlayışlıdırlar.)

Yine Muhakemetü’l-Lugateyn’de eserinin hemen başında, Adem’e bütün dillerin öğretildiğini ifade etmekte ve Arapçanın dışında dünyada hükmü geçen üç dil oldu­ğunu söylemektedir. Bu üç dilin kaynağının Nuh’un oğulları Yafes, Sam ve Ham’a dayandıran Nevâyî, “Türklerin atası oğul Yâfes’in, kardeşlerinden peygamberlik tacı ile üstün, resullük mansıbı ile seçkin olduğunu” tarih ehillerini de mesnet göstererek söy­ler. Türkçenin her bakımdan Farsçadan üstünlüğünü gramatik ayrıntılarıyla uzun
uzadıya anlatan Nevâyî, böylece daha eserinin tak­dim bölümünde fikirlerine ilahi bir dayanak nok­tası oluşturmuştur. Bu bakımdan Kaşgarlı ile fikrî olarak büyük benzerlik gösteren Nevâyî’nin, kendi milletini Fars ve Hint milletinden daha üstün bir ko­numa getirdiğini söylemek yanlış olmasa gerektir.

Nevâyî, yukarıdaki ifadelerinde görüldüğü ve eserlerinin tümündeki Türkçeyi yüceltici niteleme­lerinden anlaşıldığı üzere diğer milletlerin kültürü­nü kendi kültürünün yanında aşağı ya da ikincil bir konuma yerleştirmektedir.

Bütünüyle tarihî içeriği haiz olan aşağıdaki be­yitte Nevâyî, kanaatimizce Timur’u kastetmektedir.

Emir Timur, Cengiz’in çocukları Cuci ve Çağatay’ın ülkelerini kısa bir sürede Türk yurdu hâline getir­miş, çok geçmeden bir cihan hükümdarı hâline gel­miştir.

“Nevâyî iyle ulus hamğa irür aşık Ki Türk kulları Cücidür anır/ u Çağatay” (FK, 574)

(Nevâyî öyle bir ulusun hanına âşıktır ki, [o han] Cüci ve Çağatay ulusunu Türklerin köleleri hâline getirmiştir.)

Sevgili imasını taşımakla birlikte bizzat Türk milletini işaret ettiği beyitleri de vardır.

“İy Nevâyî iyledi lûlî-veşî körlümnü kayd Halknı Etrâk esîr itti velî bizni cetüt” (FK, 90)

(Ey Nevâyî, rakkase gibi olan bir sevgili gönlümü bağladı, zincire vurdu. Sanki halkı Türkler esir etti bizi de Çingeneler.)

“Köñlümdin aldı ol köz ârâm u şabr u nakdin

Bir Türk dik ki alğay târâc ile ganâyim” (FK, 383)

(Bir Türk’ün yağma ile ganimetler alması gibi, sevgilinin gözü de gönlümden rahatı, sabrı, serveti aldı.) Türklerin yağma ettikleri ülkelerden çok fazla ganimet almalarından kinaye ile sevgilinin de onun gönlünü yağmaladığını ifade ediyor.

Türk edebiyatında “Türk” ve “Hindu” birbirinin zıddı anlamlar ifade ederler. Türk güzel yüz, beyazlık, aydınlık ve temizlik; Hindu çirkinlik, karalık, karanlık ve küfrün sembolüdür. Nevâyî Türk ve Hindu kavramlarını bir arada kullanarak tezat sanatının güzel örneklerini vermiştir:

“Dü-rengâne söz sifle-i nahs dip

Kılur Türk ü Hindüğa zahir nifak”

“Bi-aynih anır dik ki sıçkay cibin

Ak üzre kara vü kara üzre ak” (FK, 706)

(İki renkli, aldatıcı, uğursuz sözler söyleyerek Türk ve Hindu arasına açıkça nifak sokar. Tıpkı ak üstünde kara, kara üstünde ak görünen sinek pisliği gibi.)

Nevâyî, Türk ulusunun edebî zevk bakımın­dan ona bağlı olduğunu, onun sözüne gönül ve can verdiğini söylemek suretiyle kendisini ve şiirini öv­müştür:

“Eger bir kavm ger yüz yoksa miñdür

Muayyen Türk ulusı hod miniñdür”

“Köñül birmiş sözümge Türk can hem

Ni yalğuz Türk belkim Türkmen hem”

(FŞ, 509-510)

  1. ‘Sevgili’ Olarak “Türk”

Klasik edebiyat içinde Türk kelimesi muhtelif anlam ilişkileri içinde buluna­rak ve hemen daima tevriye, istiare, teşbih vb. sanatlarına başvurularak “sevgili”yi işaret eder.

Nevâyî’de de “Türk sevgili”; yağmacı, ok atıcı, at binici, can alıcı, korkusuz; vefasız, dik başlı, dönek, mest/sarhoş, hırsız, sinsi, atılgan, kaba; güzel, peri gibi, ay yüzlü, güzel kokulu, çekik gözlüdür. Aynı zamanda klasik şiirde sevgilinin gü­zellik unsurlarından göz, kaş, zülf, ben ve gamzenin yerine kullanılan Türk; Güneş, Ay ve Merih gezegeninin de benzetmeliği olmuştur. Nevâyî’nin beyitlerinin büyük çoğunluğunda Türk, sevgili bahsinde kaş, zülf, gamze, ben ve bilhassa göz ile ilişki- lendirilmiştir.

“Türk’ün sevgili olarak takdiminde en baskın unsur Türk milletinin muharip bir millet olması ve öteden beri bu yönüyle maruf olması dolayısıyla ‘savaş’ terimleriyle birlikte geçme­sidir.” (Aydın 2012: 35)

Aşağıdaki beyitler Türk sevgilinin çeşitli yönlerden tasavvur ve tasvir edildi­ğinin resmidir:

Ok atıcı sevgili; gamze:

“Okıdın per çıkarmış min ki ol Türk-i hadeng-efgen

Kayan kim ğamzesiniy navekin çikmiş maya atmış” (BV, 194)

(O ok atan sevgili, gamzesinin oklarını nereye çevirse bana denk geldiğinden bu oklar sayesinde kanat çıkarmış [görünürüm].) Ok atıcı sevgili, gamze ile ilişki- lendirilmiştir.

Ok atıcı sevgili; göz:

“Açtıy çü zülf ol ikki köz her yan hadeng atmak ni tay Kim kalmış ikki türk-i Çîn Hindü-yı na-madüd ara” (FK, 25)

(Zülüflerini açtığında o iki gözün her yana ok atmasına şaşırmamak gerekir ki iki Çinli güzel sayısız Hintlinin arasında kalmış.) Türk ile göz, Hintli ile zülf ara­sında leff ü neşr sanatı yapılarak Türk kelimesinin çağrışımları genişletilmiştir.

Can alan sevgili:

“İşiyiz can u dîn almakdur iy muğ deyri etfali

Eger küffar-ı Hayber siz ü ger Türk-i Hıtadur siz” (BV, 157)

(Ey ateşgede çocukları, ister Hayber kafirleri olun ister Hıta Türkleri işiniz can ve din almaktır.)

Yağmacı sevgili; zülf:

“Közidin zülf eger tolğandı tay yok

Ki salmış Türk Hindistanğa yağma” (BV, 28)

(Türklerin Hindistan’ı yağma etmesi gibi, zülfünün gözünün yanından dola­narak inmesi tuhaf değildir.) Bu beyitte yağmacı Türk sevgili, zülf ile ilişkilendiril- miştir.

Fırsat kollayan, atılgan sevgili:

“Ol türk-i Hıtanıy irür andak közi kıymaç Kim nazdın olmas dimek allıda ki köz aç” (NŞ, 100)

(O Hıta güzelinin gözü o kadar çekik ki bunun nazdan olması mümkün değil [mutlaka sinsiliğinden gözlerini kısmıştır]. Karşısında gözü açık olmak gerekir.)

Hızlı, usta at sürücü; vefasız sevgili:

“Tütiyayı köz tutar min kim kitürsey ay nesîm Körsey ol bed-mihr çabük-türkniy cevlanını” (GS, 454)

(Ey rüzgâr, o vefasız, hızlı at süren sevgilinin koşuşturmasını gördüğünde [çı­kardığı tozlardan] tutiyayı bana getirirsen gözüme [şifa diye sürme olarak] sürece­ğim.)

“Nevayî istese lülî-veşî acab irmes

Bu vech ile ki vefa terki ittiler etrak” (BV, 256)

(Sevgililerin vefasız olmaları sebebiyle Nevâyî bir rakkaseyi isterse şaşırma­yın.)

“Boldı îd ol türk-i çabük azm-i meydan kılğusı Veh ki il bî-hodluğı canımnı kurban kılğusı” (GS, 463)

(O hızlı at süren sevgilinin meydana çıkmasıyla bayram oldu. Eyvah ki halk [onu görünce] kendinden geçerek [galeyana gelip] beni kurban edecek.)

Dik başlı, mağrur sevgili:

“Niçe ser-keşlik hıramı türke bardur bir sözüm

İndürüp başırjnı iy serv-i hıramanım işit.” (FK, 88)

(Dik başlı, salına salına yürüyen sevgiliye bir sözüm var. Ey serv-i hıramanım başını indirip bir dinle.)

Asil, efendi sevgili:

“Nevayî itti özim eyle Türk Himdüsı

Ki ehl-i Çın ü Hıta boldılar ara Hindu” (NŞ, 514)

(Nevâyî, sevgilinin o kadar kulu, kölesi oldu ki Çin ve Hıta ülkesindekiler [bundan etkilenip saygılarından] ona köle oldu.)

Türk tipinde, güzel ve efendi sevgili:

“Abbasiler ülkesinde kendilerime çeşitli hizmetler emanet edilen, halifelerim sarayımda birer gözde mevkiine yükselen Türkler güzellik, zarafet, savaşçılık gibi meziyetlerle Sama- niler, Ziyariler, Büveyhiler’in saray ve aristokrasi muhitinde de esir ve gulâm olarak büyük bir rağbet bulmuşlardır. Gazneli, Büyük Selçuklu ve Harizmşahlar saray ve aristokrasi mu­hitinde el üstünde tutulan bu genç …Türkler, yalnız orduda seçkin bir savaşçı olarak değil, zevk ve eğlence meclislerinde üzerlerine aldıkları sâkilik hizmet ve sıfatıyla da daima aranan çehreler olmuşlardır. Bunlar alımlı endamları, hafifçe çekik ve manalı gözleri, âdetleri icabı uzun saçları ile kendi ülkelerinin güzellerinden farklı ve üstün bir tipte görünüşleriyle Arap ve Fars şairlerine yeni bir güzellik ve sevgili imajı hazırlamışlardır.” (Akün 1994: 416-417)

Nevâyî’nin tasvir ettiği güzel, kalın kaşı, çekik gözü ve geniş göz kapağı iti­bariyle klasik Türkistan tipini yansıtır. Ayrıca Fars edebiyatındaki sevgili tipinde, mazmunlaşmış “keman ebru” tasvirine karşılık Nevâyî’nin, “türkâne kaş” tasvirine yer vermesi, onun güzel algısında yetiştiği toplumun anlayışını benimsediğine işa­ret etmektedir.

“Türklernin kulıdurmin ki nigarımnın irür

Kaşı türkane kabağı kir ü közi kımaç” (FK, 103)

(Güzellerin kölesiyimdir ki sevgilimin kaşı kalın, göz kapağı geniş ve gözü çe­kiktir.)

Peri gibi sevgili:

“İy Nevayî bir perî-veş türknir mecmüm-mim

Yok aceb her kayda rahşın sürse min hîz iyledim” (FK, 421)

(Ey Nevâyî, peri gibi bir güzelin delisiyim. O atını her nereye sürse ve ben de onu takip etsem buna şaşırmayın.)

Mest, sarhoş, kendinden geçmiş; korkusuz sevgili:

“Sarhoş (ser-hoş, mest, bed-mest, nîm-mest) ve sarhoşluk terimleriyle birlikte kullanıl­mıştır. Aradaki ilgi, muharibin kazanılan bir zaferden sonra bunu içki içerek kutlaması, sar­hoş olması ve ardından yağma ve çapula başlamasıdır. Bu kelimelerin çoğunlukla “göz” ile beraber kullanılması, sevgilinin bakışı (gamze), dolayısıyla gözünün öldürücülüğü, baygın (mest) bakışı ve aşığın gönlünü yağmalayışı sebebiyledir.” (Aydın 2012: 35-36)

“Közin uykuda körgeç öldüm aya ölme min nitkey

Kişi gül-şende bî-hod körse türk-i mest-i bî-bakin” (GS, 342)

(Gözünü uykuda görünce öldüm. Nasıl ölmem? Kişi gülşende korkusuz, mest güzeli baygın, kendinden geçmiş olarak görünce [başka] ne yapar?)

Mest sevgili; ben:

“Türk-i mestî dur közür uykuda köz küncide hal

Oğrı kim kılmış kemîn yanında kaygan ya üçün” (GS, 369)

(Uyku sırasında gözün, sarhoş bir sevgili, gözünün kenarındaki ben ise ya­nına yay koyup pusuya yatmış bir hırsızdır.) Bu beyitte sarhoş sevgilinin gözünün köşesindeki ben, yanında ok ile pusuya yatmış bir Türk olarak tasavvur edilmiştir.

“Sigritip çıktı yana meydan sarı ol türk-i mest Ta yana kaysı körjül mülkige kılgay türk-taz” (GS, 182)

(O sarhoş sevgili, yine seğirtip meydana çıktı. Yine kim bilir hangi gönül ülke­lerini yağmalayacak.)

Türk kelimesinin Farsçada pek çok tamlamaya girdiği ve farklı anlamlar kazan­dığı çeşitli Farsça sözlüklerde şahitleriyle göstermiştir.

Türk-taz, Türk-i Çîn, Türk-i encüm Nevâyî’nin lügatine girenlerin arasında­dır.

Türk-taz:

Türk-taz, gerçek; “yağma, talan; hızlıca koşturma, birdenbire gelme” anlamıy­la kullanıldığı gibi, mecazen de; Türk milletinin ve sevgilinin bir özelliği olarak da Nevâyî’nin şiirlerinde karşımıza çıkmaktadır.

“İlge aytur zehre yok veh yoksa kay bir türk-taz Eyledir kim yüz körül mülkini vîran kılmadır” (GS, 272)

([O sevgili] halka, yiğitlik yapmak yok diyor. Eğer yoksa hangi bir yağmada yüz gönül mülkünü viran etmedin?)

“Hakîkat sarı türk-taz eylegey

Cihan şuglıdın bî-niyaz eylegey” (GS, 514)

(Hakikate doğru koşacak, dünya işlerine istek duymayacak.)

“Yitürgeç gam yilinir türk-tazı

Öçüp ting meşal u şem-ı tarazî” (FŞ, 412)

(Gam yelinin talanı gelince hoşnutluk meşalesi ve mumu aynı anda söndü.)

“Ger Nevayî körli mülki bolsa vîran ayb imes Türk-taz-ı ışk ol kişverni yagma iylemiş” (FK, 242)

(Eğer Nevâyî’nin gönül ülkesi viran olmuşsa bu ayıp değildir. [Çünkü] aşk yağmacısı o ülkeyi yağmalamış.)

Nevâyî’de Türk, -klasik edebiyatta olduğu gibi- muhtelif tamlamalar içinde sevgilinin teşbih edildiği Güneş, Ay ve Merih gezegenini karşılamak üzere kullanılmıştır.

Türk-i Çîn: Güneş

“Kayu zerrîn ğazâle Türk-i Çîn di Kara tofrakka kirgen meh-cebîn di” (FŞ, 90) (Hangi altın renkli geyik? [Altın renkli geyik değil] güneş demeli, [hatta] kara toprağın altından [bile ışık saçan] ay alınlı demeli.)

Türk-i felek/Türk-i encüm: Merih gezegeni;

Ay

“Fars edebiyatında Türk’ün Merih gezegenine ben­zetilmesi ise Merih’in “savaşçılık” özelliği yüzündendir. Eski kozmogonide “neşe, yiğitlik, kızgınlık, şefkat, kuv­vet, savaş, hıyanet, gazap” gibi özellikler bu gezegenle ilgilidir. Merih, feleğin başkomutanıdır. Elinde bir kılıç veya hançer ile tasvir edilir. Burçlar içinde yıldızı Merih olanlar kuvvetli, öfkeli, sert ve cüretkâr olurlarmış. Bü­tün bu özellikler İran şairlerinin tanımladığı Türk’e uy­gun bulunduğundan Türk kavramı, Merih gezegeniyle birlikte düşünülmüştür.” (Aydın 2012: 31)

Nevâyî de esasen Merih gezegenini ifade eden “Türk-i felek, Türk-i encüm” tamlamalarıyla “sevgili”yi, söz konusu gezegenin savaşçı hüviyeti­nin uzantısı olan “hız, kuvvet, at binicilik” yönleriyle tasavvur etmiştir.

“İkermes kök hişârı devriğa türk-i felek körgeç İvürmek eşhebin bir hışt üze çâbük-süvârımdın” (GS, 380)

(Gökyüzü Merih gezegenini [hızla dönen, çevik ve iyi at süren sevgiliyi] gö­rünce dönmek istemez, hızlı at süren sevgilimden [utanarak] atını bir kerpiç üzerine çeker.)

“Diben Türk-i felek atkanda zihler Tevehhüm târıdın açıp girihler” (FŞ, 137)

(Merih gezegeni yay kirişini çektiğinde vehim ipinin düğümlerini çözdü.) Takip eden beyitte de Türk Merih’in savaş alanındaki harekâtı tasvir olun­muştur:

“Kılıçı darbesi allında her merz Şikaf andak ki sudın yir ara derz” (FŞ, 137)

(Kılıcının darbesinin karşısında her yer öyle yarılmış ki yerküre üzerinde [yarıkların arası su do­larak] derzler oluşmuş.)

Türk-i encümğa didim hüsn içre sin ya ol füzün

Didi kim bolğay aya yüz bende Çerkes min kibi”

(NŞ, 621)

(Merih’e, ‘güzellikte sen mi önde gelirsin, o mu gelir?’ dedim. Dedi ki: Ona benim gibi yüz Çer­kez köle olsun.)

Leylî vü Mecnûn mesnevisinde, gece oldu­ğunu anlatmak üzere tertiplediği beytinde, sevgili ile herhangi bir anlam ilişkisi kurulmaksızın “Ay” anlamında kullanılmıştır. Farsça kaynaklarda Me­rih gezegenini karşılayan “Türk-i encüm” tamla­masının Nevâyî şiirinde “Ay” manasında kullanıl­masının -ihtiyat payı bırakılmakla beraber- şairin tasarrufu olduğu söylenebilir.

“Kök mezraı içre bî- tevehhüm Ak üyini tikti türk-i encüm” (LM, 221)

(Ay, rahatlıkla ak evini gök tarlalarına dikti.)

Türk Boy Adlarında Sevgili:

Klasik edebiyatta, “sevgili”yi ifade etmek üze­re Türk kelimesi kullanıldığı gibi, çeşitli Türk boyla­rının adları da kullanılır. Akar, Arlat, Barlas, Bilgüt,

Erlat, Kıpçak, Kıyat, Kor/rat, Meleş, Özbek, Sulduz,

Tarhan ve Türkmen, Nevâyî’nin sevgili temsillerinde Türk’ün yanı sıra kullandığı Türk boy adlarıdır.

Bu cümleden olarak Türkmen, sevgili anlamını karşıladığı gibi kaba, görgüsüz, cahil anlamlarında da kullanılmıştır. Tarih ve edebiyatta Türkmen etnik adının Türk’ten ayrı bir anlam kazanmasına ve olumsuz sıfatlarla birlikte anılma­sına, Timurluların ve Osmanlıların Türkmen aşiret ve devletleri (Akkoyunlu, Ka- rakoyunlu ve Safevî) ile mücadelelerinin, Timurlu ve Osmanlının yerleşik kültüre geçmesine karşılık Türkmenlerin göçebe kültürü sürdürmelerinin sebep olduğu düşünülebilir.

Ahmet Vefik Paşa, hicri 400 tarihlerinde İslam olan Türklerin mümtazlarına Selçuk, umumuna Türkmen, şehirli olmayanlarına Türk ve Oğuz isminin kaldığını,

gitgide “Türk” tabirinin kaba ve köylü, “Oğuz” tabirinin de sade ve safdil manasına sarf edildiğini Lehçe-i Osmanî’sinde kaydeder. (Levend 1980: 594)

Aşağıdaki beyitte Türk ve Türkmen etnonimleri sevgiliyi karşılamada birbirinin alternatifi olarak sunulmuş, hatta Türkmen Türk’e üstün tutulmuştur.

“Nevayî Türklernirj terki tutsa ayb kılmay kim

Aya bir Türkmen-i meh-veş gamı muhkem dolaşıptur” (BV, 116)

(Nevâyî, güzelleri terk etse ayıplamayın. Onu iyiden iyiye ay gibi bir güzelin gamı sarmıştır.)

“Nevayiya irür ol şuh-ı Türkmen bes tünd

Neva tiler isey andın yügürme ardıça çoh” (NŞ, 111)

(Ey Nevâyî, o Türkmen güzeli çok kaba. Ondan karşılık dileyerek ardından pek yürüme.)

Aşağıdaki beyitten de “canan”ın ait olduğu Türk boylarında, âşık nezdinde hangilerinin tercih sebebi olacağı ya da hangilerinin birbirine muadil sayılacağı hak­kında fikir sahibi olmak mümkündür.

“Ay Nevayî neyley il Tarhan bile Barlas’ım

Kim birür köylümge hala maliş ol şuh-ı Meleş” (GS, 217)

(Ey Nevâyî, gönlüme hâlâ o Meleş güzeli ferahlık verirken elin Tarhan ile Bar- las’ını ne yapayım.)

“Samenler hüsnidin maksud yar imiş Nevayîga

Eger Barlas eger Tarhan eger Erlat eger Sulduz” (BV, 162)

(Nevâyî için putların güzelliğinden maksat yar imiş. Barlas, Tarhan, Erlat ya da Sulduz olması fark etmez.)

Nevâyî, aşağıdaki beyitlerde Kıpçak, Akar, Koyrat ve Kıyat boylarına letafet ve asalet atfetmiştir.

“Ey Nevayî mayga bes ol sanem-i lulî-veş Bigge kıpçak u Akar şehga Kıyat u Bilgüt” (NŞ, 71)

(Ey Nevâyî, bana rakkase gibi [alçak mertebede] bir güzel yeterlidir. Beye Kıp­çak ve Akar, şaha Kıyat ve Bilgüt [gibi asil güzeller uygun düşer].)

“Min tilep hüsn velî şah sorup asl u neseb Maya lûlî bile Hindu aya koyrat u kıyat” (NŞ, 73)

(Ben, güzellik diliyorum, şah ise soy ve sop istiyor. Bana, rakkase ve Hindu [gibi alçak mertebede], şaha, Koyrat ya da Kıyat [soyundan asil sevgili uygundur].)

“Eger hüsn olsa katil zar ni derviş ü ni sultan

Vü ger ışk olsa kamil yar ni Hindu ni Özbek” ( NŞ, 322)

(Güzellik katil olduğunda derviş de sultan da inler [katle uğrar] ve aşk hasıl olduğunda sevgili Hindu da olsa Özbek de olsa fark etmez.)

Aşağıdaki beyitte, Koyrat ve Kıyat etnik adları, -Türk adında olduğu gibi- “sa­vaşçı” kimliğin eserinden kaynaklı olması muhtemel bir korku ile resmedilmiştir:

 

“Çün Nevayî canığa afet irür lülî-veşî

Sağınur ğül-i beyaban körse Koyrat u Kıyat”

(BV, 56)

(Rakkase gibi bir güzelden Nevâyî’nin canı­na afet eriştiği gibi, Koyrat ve Kıyat [boyundan birile- rini] gördüğünde ise gulyabani [gördüğünü] zanne­der.)

Tatar ise, edebiyatta genellikle sevgilinin gü­zel kokusunu anlatmak üzere başvurulan bir etno- nimdir. Nevâyî de Tatar adını aynıyla anlamlandır- mıştır:

“Dime yüz kim Huten gül-zarıdur bu Dime hat nafe-i Tataridür bu” (BV, 380) ([Sevgilinin] yüzü için Hoten gülzarı deme, hat­tı için de Tatar nafesi deme.)

“Hattıdın boldı hacîl sünbül bile müşg-i Tatar Kametiğa serv ile şimşadın yüz katla ar” (BV, 471)

(Sümbül ve Tatar miski [sevgilinin] hattının güzelliğinden utandı. Servi ve şimşad ise boyunun uzunluğundan dolayı bunun yüz katı utanç içinde­dir.)

Klasik Türk edebiyatında kelimelerin -çeşitli sanatlara başvurarak- çok anlamlı kullanımlarıyla anlam alanlarının ve çağrışımlarının genişletildiği bilinmektedir.

Türk de muhtelif sebeplerle olumsuz ve nahoş sıfatlarla beraber zikredilmiştir.

  1. ‘Kaba, Kalın, İri” Olarak ve ‘Köle’ Sıfatıyla “Türk”

Klasik Türk edebiyatında kelimelerin -çeşitli sanatlara başvurarak- çok anlam­lı kullanımlarıyla anlam alanlarının ve çağrışımlarının genişletildiği bilinmektedir. Türk de muhtelif sebeplerle olumsuz ve nahoş sıfatlarla beraber zikredilmiştir.

Araştırıcıların, olumsuz anlamların çıkış noktasının Fars ve Arap edebiyatı ol­duğu ve aynı anlamların Türk edebiyatına intikâl ettiği fikrinde birleştiklerini görü­lür. (Köprülü 1943: 455, Köprülü 1990: 84, Danişmend 1935: 2, Karaismailoğlu 2007: 269-280, Aydın 2012: 27-33).

  1. asırdan itibaren oluşmaya başlayan klasik edebiyatımızda İstanbul’un fet­hine kadar yazılan tarihlerde olumsuz anlamlara rastlanmadığı hâlde 15. asırdan sonra Doğu Türkleri, 16. asırdan başlayarak da Batı Türkleri arasında Türk kelimesi “kaba, köylü, cahil, medeniyetsiz” anlamlarında kullanılmıştır. (Develi 2009: 15)

Şark kültüründen intikâlin yanı sıra İslamiyeti kabul eden Türklerin kısa bir zaman sonra kavmiyet esasından çok dinî esası ön plana alarak kendilerini “Müslü­man”, kadim Türk inancı olan Şamanizme inanan soydaşlarını Türk olarak adlandır­maları; yönetici kesimin her türlü düzeydeki kimliğin üstünde elit ve dominant bir kimlik oluşturması; halkın etnik hüviyeti ile adlandırılıyor olması, bunun sonucun-

 

da da elit yönetimin yanında “taşralı, cahil, köylü, kaba” niteliklerinde Türk algısı­nın ortaya çıkması; İslamiyetten sonra Türk dünyasında, eğitim ve kültür hayatında Arap ve özellikle de Fars kültürünün dünya görüşünün etkisi altında kalınması; yerleşik hayata geçmiş olan muhtelif kavimlerin göçebe Türklerle karşılaştığında Türkleri “kaba saba, köylü, cahil, medeniyetsiz” addetmeleri 19. yüzyıla, milliyet­çilik fikrinin teşekkülüne kadar Türk kelimesinin olumsuz ve pejoratif anlamlarda kullanılmasının sebeplerini oluşturmuştur. (Develi 2009: 11-16, Aydın 2012: 39- 48, Köprülü 1990: 85-88) Denilebilir ki, dünya üzerinde millî anlayışın teşekkülüne ka­dar Türklük, adeta Selçuklu, Osmanlı, Timurlu, Babürlü gibi hanedan adı ile anılan Türk devletleri adına tekâmül etmiştir.

Milliyetperverliği Türk dilinde tecelli etmiş olan büyük şair Ali Şîr Nevâyî de, Türk kelimesini -sayılı da olsa- olumsuz anlamda kullanmıştır:

Türkane: Kaba, zarif olmayan; iri, büyük (kadeh için); kalın (kaş için)

“Türkane” kelimesi, Mecâlisü’n-Nefâyis’te şairlerin üslupları tanımlanırken kul­lanılan “acemice, kabaca, kalınca” gibi olumsuz anlamlar yüklenmiş bir terim olarak görülmektedir. (Çetindağ 2003: 99). Nevâyî, “türkane” kelimesini terim anlamıyla üç yerde kullanmıştır:

Mevlana Latîfî bahsinde Nevâyî, şairin bir beytine yer verir ve üslubunu değer­lendirir: “Egerçi türkanedür, kayiliniy şüh-tablığı malum bolur.” (MN-I, 69)

(Her ne kadar kaba bir şekilde ifade edilmiş olsa da söyleyenin şen mizacını yansıtmaktadır.)

Ebû Bekr Mirza’nın tuyuğu için şu sözleri söyler:

“Egerçi bazı elfazı türkanerakdur, amma tecnîsini yahşı tapıptur.” (MN-I, 193)

“Her ne kadar bazı sözleri zarif değilse de tecnisini güzel düşürmüştür.” (MN-II, 515) Sultan İskender-i Şirâzî bahsinde, sultan şairin bir tuyuğuna yer verir ve Ebû Bekr Mirza’nın tuyuğu ile karşılaştırır:

“Burunkı tuyukdın bu türkanerakdur.” (MN-I, 193)

“Önceki tuyuğdan daha az zariftir.” (MN-II, 515)

“Türkane” kelimesinin aşağıdaki kullanımları tam olarak olumsuzluk ifade etmemekle birlikte kelimenin “kaba, zarif olmayan” anlamından türemiş anlamlar olduğu belirgindir.

Eski Türk kültüründe “ayak~ayag”, çok çeşitli protokollerde kullanılan, devlet törenlerinden, düğün, toy şölenleri, and içme, ölüm, yuğ ve yakarış gibi merasimle­re kadar hayatın her alanında yer alan, beraberinde birçok geleneğin ifadesi olan bir çeşit kadehin adıdır.

Aşağıdaki beyitte şair Türk kültüründe cari olan dokuzlama geleneğini hatırla­tırken şarap meclisinde bulunması gereken Türk kadehinin izini sürmektedir. Ça­nak biçiminde, büyük hacimli ve kaba görünüşlü olması dolayısıyla şair tarafından diğerlerine tercih edilen Türk kadehi, gamın da büyüklüğünü ifade etmesi bakımın­dan önemli bir ölçü aracıdır:

“Gam ğıdası arasında kanı Türkane ayağ

Töre ayîni bile tamsa tokuz aksa otuz” (GS, 185)

(Gam gıdası arasında [hüzünlü mecliste] büyük [kaba, iri] kadeh hani? Töre gereği olarak [bir damla] damlasa dokuz kadeh, [bir kadeh] aksa otuz kadeh içelim.)

“Türkane” kelimesi aşağıdaki beyitte, sevgilinin güzellik unsurlarından olan “kaş”ın sıfatı olarak “kalın” anlamında kullanılmıştır.

“Türklernir kulıdur min ki nigarımnır irür

Kaşı türkane kabağı kir ü közi kımaç” (FK, 103)

(Güzellerin kölesiyimdir ki sevgilimin kaşı kalın, göz kapağı geniş ve gözü çe­kiktir.)

Köle (sıfatıyla) “Türk”:

Nevâyî, yine Mecâlisü’n-Nefâyis’te Sultan Hüseyin Baykara’ya ayırdığı sekizin­ci mecliste, Baykara hakkında yazılan bir Neseb-nâme’nin değerinden söz ederken Türk kelimesini “köle” benzetmesiyle olumsuz anlamda kullanmıştır:

“Nesebi babıda feşahat-şiar bahşılar Neseb-name’î bitipdürler kim her şafhası Manî kar-gahın hacl iter. Ve hasebi şerhide belağat-disar münşîler tarîhî tertîb birüpdürler kim her varakı Çîn nigeristânm münfail eyler. Her kişi ol neseb-name’ğa baksa, bilgey kim hakan u ray ara bir türk ve bir hindü bendedür. Ve her kim ol tarîhni mutalaa kılsa, arlağay kim Cemşîd ü İskender anır hem bilgenleridin ve hem kılğanlarıdın şermendedür.” (MN-I, 203)

“Nesebi bâbında fesahat sahibi bahşılar (kâtipler) bir neseb-nâme yazmışlardır ki her sahifesi Mâm’nm işlerini utandırır. Hasebi şerhinde belâgat ustaları inşacılar bir tarih ter­tip etmişlerdir ki her yaprağı Çin puthanesini (nakışhanesini) gücendirir. O Neseb-nâme’ye bakan kimse, hakan ve râyın (racanın) ona bir türk ve hintli gibi köle olduğunu bilir (anlar). Ve bu tarihi inceleyen kimse, Cemşîd ve İskerder’in onun bildiklerinden ve yaptıklarından mahcup olduğunu anlar.” (MN-II, 526)

Kanaatimizce Nevâyî’nin bu sözü bir olumsuzlama değil, yukarıda belirtilen sebeplere bağlı olarak ortaya çıkmış olumsuz bir anlamın tekrarından ibarettir. Çün­kü ömrünü hükümdarına, devletine, milletine adayan Nevâyî için Türk ve Türklük, son derece değer ve önem verdiği mefhumlardandı. Gerek siyasi gerek kültürel alandaki icraatları da düşüncemizi haklı çıkaracak derecede mühim ve hayatidir.

Sonuç

Nevâyî’nin taranan eserlerinde, Türk kelimesinin kazandığı anlamların dört ana grup oluşturduğu tespit edilmiştir: 1. Türk milleti. 2. Sevgili. 3. Kaba, zarif ol­mayan. 4. Köle. Nevâyî’de Türk kavramı yirmi üç ayrı kelimede görülmüştür: 1. Türk (Türk milleti). 2. Etrak. 3. Türk (sevgili). 4. Türk-taz (yağma, çapul; birden bire gelme, seğirtme). 5. Türk-i Çîn (sevgili; Güneş). 6. Türk-i felek (sevgili; Merih ge­zegeni) 7. Türk-i encüm (Ay; Merih gezegeni) 8. Türk-i Hıta. 9. Akar. 10. Arlat. 11. Barlas. 12. Bilgüt. 13. Erlat. 14. Kıpçak. 15. Kıyat. 16. Kograt. 17. Meleş. 18. Özbek. 19. Sulduz 20. Tarhan. 21.Türkmen. 22. Türkî. 23. Türkane.

Nevâyî’nin eserlerinde Türk kelimesi, “etnik kimliğin adı” olarak isim ve sıfat görevleriyle yüz­lerce defa yer almıştır. Etnik ad olarak Türk, sadece mensur eserlerinin değil, manzum eserlerinin de bir ögesi olmuştur. Bu anlamdaki kullanımları, Türk kelimesinin diğer anlamlarıyla kıyas kabul etmeye­cek derecede fazladır.

Türk kelimesinin “millî kimlik” bağlamında sıklıkla kullanılması, Nevâyî’yi kendi millî kimliği­nin şuurunda olan ve ona sahip çıkan bir edip ve düşünce adamı olarak Türk kültür tarihindeki yeri­ni belirleyen ayrıcalıklarından biridir.

Nevâyî’de “Türk sevgili”; ok atıcı, can alan, yağmacı, talan eden, fırsat kollayan, atılgan, korku­suz, hızlı, çevik, usta at sürücü, vefasız, kaba, neza­ketsiz, dik başlı, mağrur, asil, efendi, güzel, göz ka­pağı geniş, kalın kaşlı, çekik gözlü, peri gibi, mest, sarhoş, kendinden geçmiş sıfatlarıyla tasavvur edil­miştir. Bu tasavvurlar, Türk kültürünün ve yaşam biçiminin sanatlı temsiller vasıtasıyla edebiyata yansımış şekilleridir.

Nevâyî şiirinin sevgili mefhumunda Türk, klasik edebiyatın güzelinin güzellik unsurlarından olan kaş, zülf, gamze, ben ve bilhassa göz ile ilişkilendirilmiştir.

Fars ve Türk edebiyatında “Merih gezegeni” anlamıyla kaydı geçen, “Türk-i encüm” tamlamasının Nevayî şiirinde “Ay” manasında kullanılmasının, konu ile ilgili çalışmalarda karşılaşmamış olmamız nedeniyle -ihtiyat payı bırakmakla bera­ber- şairin tasarrufu olduğu söylenebilir.

Nevâyî’nin şiirlerinde “sevgili”nin takdiminde kullanılan Türk boy adları: Akar, Arlat, Barlas, Bilgüt, Erlat, kıpçak, kıyat, korrat, Meleş, Özbek, Sulduz, Tarhan ve Türkmen’dir.

Nevâyî’de Türk kelimesinin, bu kelimenin oluşturduğu tamlamaların ve Türk boy ve kabile adlarının “sevgili” mefhumuna karşılık gelen kullanımları, onun Türkçeyi edebî dil hâline getirme ve Farsçaya üstünlük sağlama çabalarında, Arap ve Fars kültürüyle yoğrulmuş bir edebi geleneği örnek alarak yükselen klasik Türk edebiyatı geleneğine bağlı kaldığını göstermektedir.

Nevâyî, Türk kelimesini “köle” gibi pejoratif kabul edilen bir anlamla Mecâlisü’n- Nefâyis adlı eserinde bir kez kullanmıştır. Şairin mensubu olduğu Türk devletinin “öz sözüm” diye yücelttiği Türk diliyle, üstelik Türk hükümdarını överken “köle” benzetmesiyle zikrettiği bu kelimeyi kullanmasındaki maksat, Türkü bilcümle olum-
suzlama fikri olamaz. Kanaatimizce bu tasarruf, Türk kelimesinin anlam genişlemesi sonucunda ortaya çıkan bir anlamını tekrar etme temayülünden kaynaklanmıştır.

Nevâyî “türkane” kelimesini, Mecâlisü’n-Nefâyis’te şairlerin üsluplarını değer­lendirmede “kaba ve zarif olmayan söyleyiş” anlamında isim görevinde ve terim olarak kullanmıştır. Aynı kelime, Garâibü’s-Sıgar’da “kaba, iri, büyük”, Fevâyidü’l- Kiber’de sevgilinin güzellik unsurlarından olan “kaş” için “kalın” anlamlarında sıfat olarak kullanılmıştır.

Dil milliyetçiliği tarafını her fırsatta öncelemiş bir devlet adamı olan Nevâyî’nin, Türk kelimesini olumsuz anlamda kullanması, Türk yönetim geleneğinde hüküm­darın ve hanedanın “özel vasıflar atfedilerek” kutsallaştırılması olarak tarif edebile­ceğimiz Tanrı kutu anlayışının, zaman zaman millî kimliğin önüne geçebileceğinin göstergesidir.

Çağatay Türkçesinin en büyük temsilcisi Ali Şîr Nevâyî’nin -Sekkâkî, Lutfî gibi diğer Çağatay şairleri de dâhil olmak üzere-, Türk kelimesini -Osmanlı şiirinde oldu­ğu gibi- “sevgili” yerine kullanması, Çağatay ve Osmanlı edebiyatının aynı kültür etkileriyle oluştuğunun, aralarındaki farkın sadece birtakım lehçe ayrıntıları ve coğ­rafya ayrılıkları olduğunun bir başka kanıtıdır.

KISALTMALAR:

GS Garâibü’s-Sıgar

NŞ Nevâdirü’ş-Şebâb

BV Bedâyiü’l-Vasat

FK Fevâyidü’l-Kiber

Sİ Sedd-i İskenderî

LM Leylî vü Mecnûn

FŞ Ferhâd ü Şîrîn

MN Mecâlisü’n-Nefâyis

NM Nesâyimü’l-Mahabbe

ME Mîzânü’l-Evzân

ML Muhâkemetü’l-Lugateyn

NM Nazmu’l-Cevâhir

MK Mahbûbü’l-Kulûb

SM Sirâcü’l-Müslimîn

TEH Târîh-i Enbiyâ vü Hükemâ

TMA Târîh-i Mülûk-i Acem

M Münşeât

HPM Hâlât-ı Pehlevan Muhammed

HSHE Hâlât-ı Seyyid Hasan-ı Erdeşir

ETG Eski Türkçenin Grameri

EUTS Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü

DLT Divanü Lûgat-it-Türk

KB Kutadgu Bilig

M Maytrısimit

UÜH Uygurca Üç Hikaye

EATS Eski Anadolu Türkçesi Sözlüğü

Kaynaklar

ABİK, Ayşehan Deniz (993), Alî Şîr Nevâyî, Târîh-i Enbiyâ ve Hükemâ, Târîh-i Mülûk-i Acem, ünşeât (Metin-Gramatikal İndeks-Sözlük), Ankara Ü. Sos. Bil. Enst. (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara.

AKA, İsmail (2000), Timur ve Devleti, Ankara: TTK Yayınları.

AKBIYIK, Hayrunnisa A. (2004), “Timurluların Bilim ve Sanata Yaklaşımları ve Bazı Son Dönem Sanatkârları”, Bilig, Yaz / S. 30, s. 151-171.

AKÜN, Ömer Faruk (1994), Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, “Divân Edebiyatı Maddesi”, İstanbul, c. 9, s. 389-427.

ALPAY-TEKİN, Gönül (1994), Alî Şîr Nevâyî, Ferhâd ü Şîrîn, Ankara: TDK Yayınları.

ARAT, Reşit Rahmeti (1979), Kutadgu Bilig (III İndeks), İstanbul: TKAE Yayınları.

ARGUNŞAH, Mustafa (2010), Sözüm Türkçe Üstüne, İstanbul: Kesit Yayınları.

ARSLAN EROL, Hülya (2008), Eski Türkçeden Eski Anadolu Türkçesine Anlam Değişmeleri, Ankara: TDK Yayınları.

ATA, Aysu (1997), Rabgûzî, Kısasü’l-Enbiyâ II, Dizin, Ankara: TDK Yayınları.

ATALAY, Besim (1986), Mahmud el-Kaşgarî, Divanü Lûgati’t-Türk Dizin, Ankara: TDK Yayınları.

BESIM, Mahmud el-Kaşgarî (1986),, Divanü Lûgati’t-Türk Tercümesi I, Ankara: TDK Yayınları.

AYDIN, Şadi (2012), Türk- Klasik Fars Şiirinde Sevgili, Ankara: Anekdot Yayınları.

BARUTÇU ÖZÖNDER (1996), F. Sema, Ali Şîr Nevâyî, Muhâkemetül Lugateyn, Ankara: TDK Yayınları.

CAFEROGLU, Ahmet (1948), “Çağatay Türkçesi ve Nevâî”, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, İstanbul, c. II, sayı. 3-4.

CAFEROGLU, Ahmet (1993), Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, İstanbul: Enderun Kitabevi.

CANPOLAT, Mustafa (1995), Alî Şîr Nevâyî, Lisânü’t-Tayr, Ankara: TDK Yayınları.

ÇELİK, Ülkü (1996), Alî Şîr Nevâyî, Leylî vü Mecnûn, Ankara: TDK Yayınları.

ÇETİNDAG, Yusuf (2003), “Mecâlisü’n-Nefâis’te Şiir ve Şair Eleştirisi”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, S. 9, İstanbul, s. 79-114.

DEHHODA, Ali Ekber, Logat-name, http://www.loghatnameh.com/. Html. Erişim Tarihi: 23.05.2013.

DEVELİ, Hayati (2009), Osmanh’mn Dili, İstanbul: Kesit Yayınları.

DEVELLİOĞLU, Ferit (1999), Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara: Aydın Kitabevi.

DURGUT, Hüseyin (1995), Şeyh Süleymân Efendî Lügatı, Trakya Ü. Sos. Bil. Enst. (Basılmamış Doktora Tezi), Edirne,

EKREM, Erkin (2006), “Gök-Türklerden Türklere: Türk Kimliğinin Oluşmasına Tarihsel Bir Bakış”, Türkiyat Araştırmaları, s. 5-24.

ERASLAN, Kemal (2012), Eski Uygur Türkçesi Grameri, Ankara: TDK Yayınları.

Alî Şîr Nevâyî (2001), Mecâlisü’n-Nefâyis I, Ankara:TDK Yayınları.

Alî Şîr Nevâyî (2001), Mecâlisü’n-Nefâyis II, Ankara:TDK Yayınları.

Alî Şîr Nevâyî (1993),Mîzânü1-Evzân, Ankara:TDK Yayınları.,

Alî Şîr Nevâyî (1996), Nesâyimü’l- Mahabbe Min Şemâyimi’l-Fütüvve, Ankara:TDK Yayınları.

Alî Şîr Nevâyî (1999), Mevlâna Sekkâkî Divanı, Ankara:TDK Yayınları.

ERCİLASUN, Ahmet Bican, hzl. ARIKOĞLU, Ekrem (2007), “Dilimizin Adı'” Makaleler, Ankara: Akçağ Yayınları, 15-39.

ERCİLASUN, Ahmet Bican (2010), Türk Dili Tarihi, Ankara: Akçağ Yayınları.

ERÖZ, Mehmet (1987), Atatürk Milliyetçilik Doğu Anadolu, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı.

GABAİN, A.Von (1988), Eski Türkçenin Grameri, çev. Mehmet Akalın, Ankara: TDK Yayınları. ve MÜLLER, F.W.K. (1946), Uygurca Üç Hikaye, çev. S. Himran, İstanbul: TDK Yayınları.

KAÇALİN, Mustafa S (2011), Niyâzi, Nevâyî’nin Sözleri ve Çağatayca Tanıklar, Ankara: TDK Yayınları.

KAFESOĞLU, İbrahim (1966), “Ali Şir Nevâî Devri Tarihine Bir Bakış”, Doğu Türkistan Göçmenler Derneği Neşriyatı No. 2, İstanbul: Fakülteler Matbaası, s. 19-26.

KALKIŞIM, Muhsin, “Klasik Türk Şiirinde ‘Türk1 Kavramı”, Millî Folklor, cilt:7, sayı: 50, Yaz 2001. s. 58-69. KANAR, Mehmet (2011), Eski Anadolu Türkçesi Sözlüğü, İstanbul: Say Yayınları.

KARAAĞAÇ, Günay (2008), “Türkçe ve Komşu Diller”, Dil Tarih ve İnsan, Kitabevi, İstanbul, Lutfî Divanı (Giriş- Metin- Dizin- Tıpkıbasım) Ankara: TDK Yayınları, 1997.

KARAÖRS, Metin (2006), Ali Şîr Nevâyî, Nevâdirü’ş-Şebâb Ankara: TDK Yayınları.

“Âşık Paşa ve Alî Şîr Nevâyî’de Türkçe Sevgisi ve Türkçenin Gücü”, Türk Dünyası Araştırmaları Sayı:190, İstan­bul, 2011, s.39-60.

KAYA, Önal (1996), Alî Şîr Nevâyî, Fevâyidül-Kiber, Ankara: TDK Yayınları.

KOCA, Salim, “İslam Medeniyeti Çerçevesinde Türk İmajı”, Gazi Türkiyat Dergisi, Bahar, Ankara, 2010, s. 119-153.

KÖPRÜLÜ, Orhan F. (1990), “Eski Devirlerde ‘Türk’ü Nasıl Telakkî Ederlerdi?”, Köprülüden Seçmeler, İstan­bul: MEB Yayınları, s. 85-88.

KURNAZ, Cemal (2009), Ahmet Talât Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı, İstanbul: H. Yayın­ları.

Divan Edebiyatı ve Türk Kimliği, Ankara: Kurgan Edebiyat, 2011.

KUSHNER, David (1979), Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu, İstanbul: Kervan Yayınları.

KUT, Günay (2003), Ali Şîr Nevâyî, Garâ’ibü’s-Sıgar, Ankara: TDK Yayınları.

KÜÇÜK, Sabahattin (1994), Bâkî Dîvânı, Ankara: TDK Yayınları.

LEVEND, Agâh Sırrı (1980), Divan Edebiyatı Kelimeler ve Remizler Mazmunlar ve Mefhumlar, İstanbul: En­derun Kitabevi.

LUGAL, Necati (1977), Devletşah, Devletşah Tezkiresi I-II-III-IV, İstanbul: Kervan Yayınları.

McCANTS, William F. (2012), Kültür Mitleri, çev. Merve Tabur, İthaki, İstanbul.

ONAY, Ahmet Talât (2009), Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı, hzl. Prof. Dr. Cemâl Kurnaz, İstan­bul: H Yayınları.

ORTAYLI, İlber (2001), Tarihin Sınırlarına Yolculuk, İstanbul: Ufuk Yayınları, hzl. Mustafa Armağan.

ÖLMEZ, Zuhal Kargı (1993), Mahbûbü’l-Kulûb (İnceleme-Metin-Sözlük), Ankara: Hacettepe Ü., Sos. Bil. Enst. (Basılmamış Doktora Tezi).

ÖZDARENDELİ, Nursel (2001), Ali Şîr Nevâyî, İlk Divân (İnceleme-Metin-Dizin), Edirne: Trakya Ü. Sos. Bil. Enst. (Basılmamış Doktora Tezi).

PALA, İskender (2003), Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü, İstanbul: LM Yayınları.

SERTKAYA, Osman Fikri (1995), Göktürk Tarihinin Meseleleri, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü.

TEKİN, Şinasi (1976), Uygurca Metinler II Maytrısimit, Ankara: Ankara Üniversitesi Yayınları.

TÖREN, Hatice (2001), Alî Şîr Nevâyî, Sedd-i İskender, Ankara: TDK Yayınları.

TÜRK, Vahit (2006), .Alî Şîr Nevâyî, Nazmü’l-Cevâhir, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı.

TÜRKAY, Kaya (2002), Ali Şîr Nevâyî, Bedâyiku’l-Vasat, Ankara: TDK Yayınları.

TÜRKMEN, Fikret, “Kök Türk Abidelerinde Milli Kimlik Hassasiyeti”, Millî Folklor, cilt. 12, sayı. 97, Bahar 2013. s. 31-38.

YÜKSEL, Musa Şamil (2007), Timurlularda Din-Devlet İlişkisi (Basılmamış Doktora Tezi), İzmir: T.C. Ege Ü. Sos. Bil. Enstitüsü. Tarih Anabilim Dalı.

KAYNAK: TÜRKİZ DERGİSİ, 19. SAYI, s.11-30.