Prof. Dr. Necdet TOSUN: AHMED YESEVÎ MENKIBELERİ

AHMED YESEVÎ’NİN MENÂKIBI

Dr. Necdet TOSUN

M.Ü. İlâhiyat Fak. Tasavvuf ABD

 

Ahmed Yesevî’nin söz ve nasihatlarını ihtivâ eden en eski eser, halîfesi Sûfî Muhammed Dânişmend’in Mir’âtü’l-kulûb adlı risâlesidir. Ahmed Yesevî’nin menkıbelerini ihtivâ eden bulabildiğimiz en eski eseri, İmâm Sığnâkî’nin risâlesidir.

 

MÜELLİF: İmâm Hüsâmeddîn Hüseyin b. Ali Sığnâkî (ö. 711/1311)

İmâm Sığnâkî, Cend ile İsficâb arasındaki Fârâb bölgesinde ve Sir Derya kıyısında bulunan Sığnâk’ta doğmuştur[1].  Sığnâkî, h. 710 senesinde hac için çıktığı yolda Dımaşk’a uğradı. Vefât tarihi hakkında 710, 711 ve 714 tarihleri verilen Sığnâkî’nin Haleb’te vefât ettiği kaydedilmektedir[2].

ESER: Menâkıb-ı Ahmed-i Yesevî

Risâle-i Hüsâmeddîn-i Sığnâkî ya da Menâkıb-ı Ahmed-i Yesevî  bilinen yegâne nüshası Taşkent’teki Özbekistan Fenler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü Kütüphanesi’ndedir (nr. 11084, vr. 11b-14a)[3]. Farsça olan bu risâle Ahmed Yesevî ve Yeseviyye tarîkatı hakkında kendisinden sonra yazılan eserlere kaynaklık etmiştir. Nitekim Âlim Şeyh’in Lemehât ve Muhammed Şerîf’in Huccetü’z-zâkirîn adlı eserlerinde ondan nakiller görülmektedir[4].

Yesevî’nin halk arasında şifâhî olarak anlatılan menkıbeleri, muhtemelen ilk kez bu eserle kaleme alınmıştır[5].Ahmed Yesevî’nin 170 şeyhe hizmet edip onlardan icâzet almış olması, onun sohbetinde 22.000 müftünün bulunması gibi mübâlağalı hususlar menâkıb kitaplarında zaman zaman görülebilmektedir ve halk muhayyilesinin ürünüdür. Öte yandan Yesevî’nin, aralarında bir asırlık fark olan Yûsuf Hemedânî (ö. 535/1141) ve Şihâbeddîn Ömer Sühreverdî’nin (ö. 632/1234) her ikisinden de icâzet almış olması târîhen zor görünmektedir. Eserde Ebû Ya’kûb Yûsuf Hemedânî, Miftâhu’l-ulûm adlı eserin müellifi olarak gösterilmiştir. Oysa Miftâhu’l-ulûm’un müellifi Ebû Ya’kûb Yûsuf b. Ebîbekr es-Sekkâkî’dir (ö. 626/1228-29). Böyle bâriz hatalar, Sığnâkî’nin pek müdakkik olmadığını göstermektedir.

 

Sığnâkî’nin eserinde aslen Ahmed Yesevî’nin amcası olan Arslân Bâb’dan ve hum-i aşk (aşk küpü) kıssasından hiç bahsedilmemiş olması câlib-i dikkattir. Ahmed Yesevî’nin Hâce Ârif Rîvgerî ile görüşmesi ise Sığnâkî’nin eserine has bir bilgidir[6]. Yesevî’nin Kalenderîler ile kırk sene seyahat ettiği ve çehâr darb vurduğu yani saç, sakal, bıyık ve kaşlarını traş ettiği yolundaki bilgi ise hem Sığnâkî’nin eserine has, hem de inanılması güçtür. Muahhar eserlerdeki ateş pamuk kıssası Sığnâkî’nin risâlesinde de bulunduğu için îtimâda şâyândır.

* * *

Menâkıb-ı Ahmed-i Yesevî

TERCÜME

Bu risâle, Nihâye adlı eserin müellifi olan Mevlânâ Hüsâmeddîn Allâme-i Sığnâkî’nin eserlerindendir.

 

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.

 

Biliniz ki, Şeyh Ahmed Yesevî 170 kâmil ve mükemmil pîre hizmet edip icâzet, tarîkat ruhsatı ve ta‘lîmât almış, onların herbirinden hırka giymiş, ayrıca cehrî zikir, semâ ve raks izni almışlardı. Uzun ömr-i şerîfleri 130 ya da 126 sene idi. Doğan kuşları ve köpekleri vardı (bunlar avcılıkta kullanılan hayvanlardır).

 

Şeyhulislâm Şeyh Şihâbeddîn Sühreverdî’den avâm halkın irşâd usûlünü öğrenip, abdâllar zümresinden oldu ve çehâr darb vurdular (saç, sakal, bıyık ve kaşlarını kestiler). Zâhirî ilimlerde İmâm Fahreddîn Râzî’nin talebesi oldular. 73 ilimde ders verirlerdi. Ka‘be-yi muazzama’da 30 sene medresede istikâmet üzere (şer-i şerîfe muvâfık) bulundular. 40 sene Kalenderîler ile seyâhat edip, abdâllar, evtâd, Hızır ve İlyâs ile arkadaşlık ettiler. Kendilerini Hızır (a.s) terbiye etti. Hâce Abdülhâlik Gucdüvânî’nin arkadaşı idiler ve Baba Muhammed Hotenî ki ona Baba Mâçîn derler, Hakîm Ata, Sûfî Dânişmend ve Hâce Dûgî (rahimehümullah) gibi dört pîr-i kâmil ile Ka‘be’yi Gucdüvân’da tavaf ettiler.

 

Birgün Hâce Ahmed Yesevî bir yemek pişirip Hâce Dûgî’ye buyurdular ki: Gucdüvân’a gidin, Hâce Abdülhâlik’ten katık yiyecek (veya cacık) getirin. Hâce Dûgî Gucdüvân’a ulaşmadan önce Hâce Abdülhâlik’ın halîfesi Hâce Ârif Rîvgerî katık yiyecek getirip döndü. Dönüşte Hâce Dûgî ile karşılaşıp Gucdüvân’a yöneldi. (Hâce Dûgî) dediler ki: Ârif’in işi (hâli) benden üstün oldu.

 

Birgün Hâce Ahmed, Türk meşâyıhı ile Bâğ-ı Evliyâ denen bağda oturmuşlardı. Dillerinden şu cümle döküldü: “Yiğit o kişidir ki teveccüh eder de bağ raksa başlar”. Sadece bu sözü söylemekle bağ raks etmeye başladı. Hâce Ahmed Yesevî dediler ki: Ben, (sadece) bir söz söyledim, o raksa başladı. Bağın raksı hemen durdu.

 

Birgün Ferket’te iken Hâce Zekeriyyâ-yı Fâhir’in mezarını ziyâret etmek istediler. Çünkü bu zât vefât etmişti. (Onlar giderken) Ferket şehri de arkalarından geliyordu. Halîfe Ahmed (Yesevî) : “Hemen geri dön” buyurdular. Hemen döndü.

Halîfe Ahmed’in sohbetinde 22.000 müftü, 60.000 seyyidzâde, 10.000 Hârizmli imamzâde, 10.000 âlim, 90.000 velî, 8.000 abdâl ve 12.000 avcı (cânver endâz) vardı.

 

Tekkelerinde kadın erkek (birlikte) raks ederlerdi (zikir eşliğinde semâ ederlerdi). Ansızın Arap (ülkeleri) yönünden bir cemâat kırk dervişle birlikte geldiler. Halîfe Ahmed’e: “Kadın erkek zikir ve semâ ediyorlar, bu nasıl olur?” diye sordular. Halîfe Ahmed bir ateşi pamuğa sardı, kutuya koyup ağzını kapattı ve onların eline verdi. Onlar kendi memleketlerine döndüler. Mısır’ın (bir) şehrinde, büyük câmide, kalabalık bir insan topluluğu içinde (kutuyu) açtılar. Gördüler ki ateş pamuğa zarar vermemiş hatta hiç tesir etmemiştir. Dediler ki: Hâce Ahmed bize bir işâret verdi yani “bizim sohbetimizde kadın erkek işte böyledir” (beraber olmaları gönüllerine zarar vermez) demek istedi. Arap şeyhleri: “Halîfe Ahmed bizim pîrimizdir” dediler.

 

Oniki yaşında iken Halîfe Ahmed’in işi sona erdi (hâli kemâle erdi). Birgün buyurdular ki: Ey dostlar! Mutlaka âdâba riâyet ediniz. Ben bir edeb kusûrundan dolayı, pîrim Hızır (a.s) abdâllardan ricâda bulunmasına rağmen, Arab’ın (ya da garbın) kutupluğundan düştüm ve mahçup oldum. Halîfe Ahmed buyurdular ki: 170 pîre hizmet ettim. Son pîrim Hz. Şeyhulislâm Sultânü’l-ârifîn Şeyh Şihâbüddîn Sühreverdî idi ve hâlim onun sâyesinde kemâle erdi. Onlar, Avârifadlı eserin müellifidirler.

 

Halîfe Ahmed Ka‘be-yi muazzamaya gitmeye niyet ettiler ve buyurdular ki: “Yiğit o kişidir ki Ka‘be’yi bize getirir”. 400 veli, 400 kerâmet ehli sûfî, 400 av köpeği, 400 at ile birlikte Gucdüvân’a ulaştılar. Hâce Abdülhâlik, Hâce Ârif’e dediler ki: “Hâce Ahmed Mekke’ye doğru yola çıktı, şu anda Gucdüvâna ulaşıyor, onu karşılamaya çıkın!” Hâce Ârif hemen bir duvara binip gitti. Halîfe Ahmed’e, Hâce Abdülhâlik’ın 400 deve ve 400 ineği kesip ziyâfet verdiğini, Ka‘be’yi de Gucdüvân’a getirip hazırladığını anlattılar. Sabahleyin Halîfe Ahmed tüm Türk şeyhleri ile Ka’be’yi tavaf etti. Türk şeyhleri, kıyâmet gününde bizden bir nişan olur diye o mahalle bir taş attılar. Bundan sonra Halîfe Ahmed buyurdular ki: “Ey Hâce Abdülhâlik! Sizin öldürücü bir müridiniz varmış. Söyleyin de onun hâlini görelim”. Hâce Abdülhâlik, Hâce Ârif’e işâret ettiler. Hâce Ârif: “Onların canını mı sökeyim yoksa atlarının canını mı”? dedi. Hâce Abdülhâlik: “Atlarının” buyurdu. Hâce Ârif atlara doğru bir el çırptı. Dört (dörtyüz ?) atın hepsinin boynundan kan aktı. Herkes: “Öldürücü imiş” dediler.

 

Ayrıca Halîfe Ahmed, Baba Mâçîn’i onunla sohbetten önce dövdüler. Elini boynuna bağlayıp 501 kamçı vurdular. Baba Mâçîn’in koltuk altından bir güvercin uçup gitti ve dünyayı terk etti. Baba Mâçîn derviş olup Halîfe Ahmed’in halîfelerinden biri oldular.

 

Bir dervişin hâli o dereceye ulaşmıştı ki, onun bir merkebi vardı. Türkistan kapısından Hoten kapısına kadar tezek yerine misk atardı. Halîfe Ahmed onu satın aldı, kıyâmet gününe kadar senin nesline (vakf) olsun diyerek arpa anbarını ona havâle etti.

 

Nakledilir ki, bir gecede Halîfe Ahmed’e 90 emîr (devlet yöneticisi) geldi. Herbirinin yanında 13.000 kişi vardı ve Halîfe Ahmed’e bey’at edip aynı gecede hepsi velî ve kâmil oldular.

 

Bir defasında Halîfe Ahmed buyurdular ki: Bizim, Hâce Abdülhâlik’ın, Hâce Hasan Endakî’nin ve Abdullah Barakî’nin mânevî hâli, Hâce Yûsuf Hemedânî’nin huzûrunda tamam oldu. Onlar (Hemedânî) Miftâhu’l-ulûm adlı eserin müellifidirler. Onların mânevî hâli, Zü’l-Hayr’ın halîfesi olan Şeyh Zü’l-Fadl’da tamam olmuştur[7].

 

Buyurdular ki: Birgün pîrim Şeyh Şihâbüddîn Sühreverdî “Ey pîr-i Türkistân” diye haykırdı. Ben “Buyurun” dedim. O anda evvelki ve sonraki insanların ilimleri bana keşfolundu ve ben nâralar attım. Rüyada oğlum İbrâhim’in ölmüş (öldürülmüş) olduğunu gördüm. Ben, halkın cefâsını çok çektiğim için bu derecelere ulaştım. Bana 100 sene taş vurdular, sabrettim. Sabreden zafere ulaşır.

 

Risâle tamam oldu.

—————————

DİPNOTLAR :

[1] Bu kasabanın ismi bazı kaynaklarda Suğnak şeklinde kaydedilmiştir. Bk. Bosworth, IX, 580.

[2] İmâm Sığnâkî’nin hayatı ve eserleri için bk. Suyûtî, I, 537; Kâsım b. Kutlubugâ, s. 90; Askalânî, II, 60; Kâtib Çelebi, s. 112, 403, 484, 1775, 1849, 1929, 2032; Kuraşî, II, 114-6; Leknevî, s. 62; Dihhudâ, XVII-B, 527 (Sığnâkî md.); Bağdatlı, I, 314; Brockelmann, GAL, II, 116, Suppl., II, 142; Ziriklî, II, 247; Kehhâle, I, 566, 623.

[3] Mir’âtü’l-kulûb’u neşrettiğimiz bir önceki makâlemizde Sığnâkî risâlesinin varakları sehven 1b-3a olarak kaydedilmiştir. Bk. Tosun, s. 42.

[4] Bk. Âlim Şeyh, s. 38-40, 48; Muhammed Şerîf, vr. 92a-92b, 95b, 97a.

[5] Sûfî Dânişmend’in Mir’âtü’l-kulûb hâricinde Ahmed Yesevî hakkında şimdilik kayıp olan bir eserinin daha olduğu bilinmekteyse de, bu eser Yesevî’nin menkıbelerinden ziyâde sözlerini ihtivâ etmektedir. Âlim Şeyh’in bu ikinci eserden yaptığı nakillerde (s. 38-40, 48-123) bu durum açıkça görülmektedir.

[6] Bk. Sığnâkî, vr. 12a, 13a.

[7] Kasdedilen kişi Ebû Ali Fadl b. Muhammed el-Fârmedî (ö. 477/1084)’dir. Bu zât, Ebû Saîd-i Ebu’l-Hayr’dan ve diğer bazı şeyhlerden istifâde etmiştir. Bk. Yazıcı, X, 90.

—————————-

BİBLİYOGRAFYA :

Âlim Şeyh Muhammed Âlim Sıddîkî, Lemehât min nefehâti’l-kuds (nşr. Muhammed Nezîr Rânchâ), İslâmâbâd-Lahor 1406/1986.

Askalânî, İbn Hacer Ahmed b. Ali, ed-Dürerü’l-kâmine fî a’yâni’l-mieti’s-sâmine, Haydarâbâd 1349.

Bağdatlı İsmâîl Paşa, Hediyyetü’l-ârifîn, İstanbul 1951.

Bosworth, C.E., “Sighnâk”, Encyclopedie de l’Islam, Leiden 1998, IX, 580.

Brockelmann, Carl, GAL, Leiden 1943-49; Suppl., Leiden 1937-42.

Dihhudâ, Ali Ekber, Lügatnâme, Tahran 1345 hş.

Kâsım b. Kutlubugâ el-Hanefî, Tâcü’t-terâcim (thk. İbrâhîm Sâlih), Beyrût 1992.

Kâtib Çelebi, Keşfu’z-zunûn, İstanbul 1971.

Kehhâle, Ömer Rızâ, Mu‘cemu’l-müellifîn, Beyrût 1993.

Kuraşî, Abdülkâdir b. Muhammed, el-Cevâhiru’l-mudıyye fî tabakâti’l-Hanefiyye (thk. Abdülfettâh Muhammed el-Haluv), Kâhire 1978.

Leknevî, Muhammed Abdülhay, el-Fevâidü’l-behiyye fî terâcimi’l-Hanefiyye, Mısır 1324.

Muhammed Şerîf el-Hüseynî, Huccetü’z-zâkirîn li-reddi’l-münkirîn, Süleymâniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 372, vr. 1b-203b.

Sığnâkî, Hüsâmeddîn Hüseyin b. Ali, Menâkıb-ı Ahmed-i Yesevî (Risâle-i Hüsâmeddîn-i Sığnâkî), Özbekistan Fenler Akademisi, Şarkiyat Enstitüsü Ktp., nr. 11084, vr. 11b-14a.

Suyûtî, Celâleddîn Abdurrahmân, Bugyetü’l-vü’ât fî tabakâti’l-lügaviyyîn ve’n-nühât (thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrâhîm), Beyrût ts.

Tosun, Necdet, “Yesevîliğin İlk Dönemine Âid Bir Risâle: Mir’âtü’l-kulûb”, İLAM Araştırma Dergisi, II/2 (1997), s. 41-85.

Yazıcı, Tahsin, “Ebû Ali el-Fârmedî”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1994, X, 90.

Ziriklî, Hayreddîn, el-A’lâm, Beyrût 1990.