ÇEÇENİSTAN’DA KADİRİYYE TARİKATI (XIX. Yüzyıl)

BİR RUS RAPORUNA GÖRE

ÇEÇENİSTAN’DA KADİRİYYE TARİKATININ DURUMU

KADİRİYYE DOKTRİNİ VE ÇEÇENİSTAN’DAKİ
VE ARGUN KAZASINDAKİ KADİRİLER :

****

Mütercimin Notu

Aşağıda sunulan belge, «ekler» kısmındaki diğer belgelere hiç benzememektedir. Bunun yazarı A. İppolitov, Kadiriyye (zikirci) hareketini sindirmekle görevli jandarma yüzbaşısı idi. Onun raporu da, bu tür literatürün ihtiva ettiği tüm bilgisizlik (İppolitov, Kunta Hacı tarikatının Kadiriyye’nin bir kolu olduğunu bilmemektedir.) ve kendi kendini tatmin etme özelliği ile tipik bir polis raporudur. Bu belgenin faydası, Çarlık yöneticilerinin, daha sonra da Sovyet KGB (gizli istihbarat servisi)’sinin din bayrağı altında yönetilen siyasî bir direnişe karşı bir asırdan fazla bir zamandan beri kullandıkları metotların sürekliliğini ve değişmediğini göstermesidir. Daha yüz yıl önce, Müslüman din adamları arasında, cihadı teşvik eden «fanatik» sûfileri ihbar eden «aklı başında»  kimseler arayıp buluyorlardı. Bugün de, sûfîlerin oluşturduğu “karanlıkçılık”ı suçlayan Taşkent müftüsü veya Kabil hükümetinin kendi davasına kazandığı Afgan mollaları aynı rolü oynamaktadırlar.

Bu belge aynı zamanda o devrin ve bugünün polis yetkililerinin sarsılmaz iyimserliğini göstermektedir. 1868’de İppolitov, raporuna Kadiriyye hareketinin kesin olarak ortadan kaybolduğunu bildirerek son vermektedir. 1968’de Kadiriyye (Kafkasya’daki zikirciliğin (Kadiriyye) mevcut beş kolundan biri olan Batal Hacı tarikatı)  müntesiplerinin “gerici faaliyeti”nden bahseden benzer bir Sovyet yöneticisi de onların yakında ortadan kaybolacaklarını hemen hemen  aynı ifadelerle şu şekilde dile  getirmektedir : «Tarikatlar artık, yeni Çeçen nesli üzerinde hiçbir etkisi olmayan önemsiz bir azınlığı temsil etmektedirler»

(M. A. Tutaev, Reaktsionnaia sekta Batal Haji, Groznyi, 1968, s. 27).

***

Kafkasya’ya hakim olduğumuz son seksen yıl zarfında, Dağıstanlılar’ın hayatında en büyük kargaşaya dînî fanatizm sebeb olmuştur. Onların bize karşı tutumu değişmiş bulunmaktadır. Ahlaklarına sokmayı başardığımız en iyi unsurlar ve onlarda meydana gelen yeni fikirler, onları eskiden beri karakterize eden atalarından gelen adetleri ile bağımsızlık ve hürriyet fikrinin kaybolduğu sırada ortadan yok oldular. Onbinlerce askerin savaşa iştirak etmesi ve
onbinlerce insanın imamları uğruna şehit olacaklarına inanarak ölmeyi kabul etmesi için kılıcını çeken bir tek lider, bir tek cesur vaiz kafî geldi.

İnsan, dînî fanatizmin, hiçbir dine sahip olmayan veya daha doğrusu hiçbir dînî kanaat taşımayan bir toplumda geliştiğini görünce şaşırmaktan başka bir şey yapamaz. Çünkü Dağıstanlılar sadece dinin ayinle ilgili yönüyle ilgilenmektedirler. Dinin olmadığı yerde fanatizme yer olmadığı zannedilebilir. Fakat, gerçek tamamen başkadır. Vaizler; fanatizmi kışkırtmayı ve Kur’an’ın öğütlediği müsamahasızlık prensiplerinden istifade etmeyi çok iyi biliyorlardı. Yine biliyorlardı ki, Kafkasya’ya hakimiyetimiz sona ermek üzereydi.

Şayet bu vaizler, bir Molla Muhammed (Yaraglar’lı Muhammed) , bir Gazi Molla (Dağıstan’ın ilk imamı) veya Kafkasya’nın son imamı ( Şeyh Şamil ) ayarında kişiler olsa, halkın onların peşinden gittikleri anlaşılabilir. Fakat, büyük bir çoğunlukla (isyanın) başında, ne zekâsı, ne karakter gücü, ne de Kur’an’ı anlaması ile temayüz etmiş liderler bulunuyordu. Bu durum Dağıstanlılar üzerinde çok büyük bir etki yapmaktadır. Bu son kategoriye giren vaizler arasında, Zikirci (Kadiriyye) tarîkatının lideri Kunta Hacı da bulunmaktadır. Onun fazla önemi olmayan öğretisi, sadece fanatizmi, çabuk kanabilen ve savaşçı bir millete hitab etmesi ve nihayet bize büyük güçlükler çıkarması ile tanınıyordu.

Burada, Kunta Hacı‘nın herkesin huzuru açısından son derece tehlikeli olan bu tarikatın gerçekten kurucusu olup olmadığını veya onun öğretisinin mürîdlerince doğru bir şekilde anlaşılmış olup olmadığını tartışacak değilim. Benim maksadım, Çeçenistan’da mevcut olduğu şekliyle Kadiriyye doktrini hakkında mümkün mertebe tam bir fikir vermektir.

Kunta Hacı’nın hayatının hiçbir ilginç yönü yoktur. O, fakir, mütevazi ve dürüstlüğü ve aşırı katılığından başka özelliği olmayan bir aileye mensuptu. Hiçbir eğitim görmemiş olduğu için Kur’an okumayı bile bilmediği rivayet edilir. 1859’da hac yapmak için Mekke’ye gitti, oradan yakınlarına ve mürîdlerine dua ve zikir yapmalarına dair tavsiyeler gönderdi. Çünkü diyordu. Kıyamet günü yaklaşmıştır.

Kunta Hacı, Şamil döneminden itibaren va’zetmeye başladı. Bugün olduğu gibi o zaman da tarikat ayinleri çılgın danslar, şarkılar ve bağırıp çağırmalar eşliğinde icra edilmekteydi. Bu durumu Şamil dine aykırı görüyordu. Bu yüzden Kadiri toplantılarına bir son verdi ve Kunta Hacı’nın va’zetmesini yasakladı. Ehl-i Sünnet’e göre Şamil haklıydı. Çünkü, mollaların çoğuna göre, zikir ayinleri dinin ruhuna aykırıdırlar. Fakat Şamil’in bunu yapmakla bir maksat güdüyor olması son derece mümkündür. Şöyle ki; O, kendisinin teşvik ettiği «Gazavat» (cihad) doktrinini bütün safiyetiyle muhafaza etmek istiyordu. Nitekim o bu sayede halkın lideri olmuştur. Mantıken Şamil, Kunta Hacı gibi vaizlerin halkın üzerindeki etkisinden korkabilir. Çünkü, etki gücün anahtarıdır ve Şamil kendisinin dışındaki hiçbir güce tahammül edemiyordu.

Çeçenistan’da 1861’de barış yapıldıktan sonra, Kunta Hacı Mekke’den geri geldi. Mürîdler onun etrafınnda toplanmaya başladılar. Bu defa onun öğretisi oldukça zararsız ve üstelik sadece ahlaki duaları okumakla sınırlanıyordu. Bu öğreti hiç de zararlı gözükmüyordu ve hatta faydalı bile olabilirdi. Zaten zikir yapanların sayısı da çok azdı. Çeçenler’in büyük bir kısmı onun doktrininden tamamen habersizdi veya onların hiç dikkatini çekmiyordu. 1863’te yeni doktrinin karakteri birdenbire değişti. Müntesiplerin sayısı hızla arttı, toplantılarına iştirakler daha da çoğaldı ve zikre iştirak edenlerin sayısı önemli bir seviyeye ulaştı. Kunta Hacı’nın, şeyhler ve vekil(halîfe)ler vasıtasıyla ülkenin en uzak köylerine kadar ulaştırılan ve çok az barışçı nitelikte yorumları ihtiva eden va’zlan heyecanla dinleniyordu. O zamana kadar sadece sırf mistik bir özellik taşıyan Kadiriyye tarîkatı, o andan itibaren, biri ruhî diğeri maddî iki zıt akıma ayrılır. Her iki akım bir tek şahısta birleştirilebilse de onların her birinin kendine mahsus hiyerarşisi mevcuttu. Bunlardan ruhî akımın lideri iki şeyhin yardımcılık ettiği imam veya üstad idi. Maddî akımın temsilcileri ise naibler, vekiller ve onların mürîdieri idi. Çeçenistan’da sekiz naib ve pek çok sayıda «şef» (strashina) mevcuttu. Böylece yavaş yavaş bizim «zemstvo» yönetimimize benzeyen bir tür gizli yönetimler teşekkül ediyordu. Çeçen köylerin çoğu ile İnguşistan’daki Nazran’ın köylerinde Kadiriler’in, giderek daha kalabalık hale gelen mürîdler tarafından seçilen kendileri de hareketin en büyük lideri ve imamı Kunta Hacı’ya bağlı olan şeyhlere ve naiblere itaat etmek zorundaydı. Kısa zamanda bütün Çeçenistan, Nazran ve Kafkasya’nın müstakil Çeçen cemaatleri yoğun bir gizli şebeke ile doldu. Mevcut düzeni beğenmeyenler, eski güzel Şeriat zamanlarını (Şamil zamanı) hasretle hayal edenler, herkes Kunta Hacı’nın müridi oluyor ve ne Kadiriyye doktrini ne de din hakkında fazla bir şey bilmeksizin kendilerini İslam’ın savunucusu olarak ilan ediyorlardı. Kunta Hacı’nın mitik öğretisine, aslında mevcut olmayan savaşçı karakteri kazandıranlar da bu kimseler olmuştur.

Tütünün ve alkollü içkilerin kullanımı, Mürîdizm zamanında olduğu gibi, tekrar sıkı bir şekilde yasaklandı. Vekillerin evlerinde ve sokaklarda, silah elde şarkıların, bağırmaların ve çılgın dansların eşliğinde halka açık toplantılar yapıldı. Askerlerimiz ve Kazaklar daha sık öldürülür oldular. Emirler Kunta Hacı adına naibler ve vekiller tarafından tarikat mensuplarına ulaştırılmıştı. Halk Kunta Hacı’ya hastaları iyileştirme veya kimseye görünmeden günde beş vakit namazı Kabe’de kılmasını sağlayan tayy-i mekan eyleme kabiliyeti gibi olağanüstü güçler izafe ediyordu. Bununla beraber, Kunta Hacı’nın en yakın dostlarının nazarında bile asla imamlıkta gözü olmadığım hatırlatmak gerekir. O, kendisinin, belli günde gelmesi gereken imam tarafından gönderilmiş olduğunu ve yine zavallı bir günahkar olan kendisinin, büyük «üstad» ismini geçici olarak da olsa taşımaya asla layık olmadığını açıkça söylüyordu. Bununla beraber kendisi açıklamasa da müridleri Kunta Hacı’yı müslümanların genel inancına göre devamlı yeryüzünde bulunan üçyüz elli altı velîden biri olan gerçek bir imam olarak görüyorlardı…

Çeçenler’de, Kadiriyye müntesiplerinin çoğuna göre bu doktrin sadece basit bir bahane, insanları harekete geçirmek ve bütün bölgeyi Ruslar’a karşı ayaklandırmak için kullanmayı düşündükleri bir vasıta idi. Şüphesiz diğer bazı durumlarda bu gayeye ulaşabilmişlerdir. Fakat tamamıyla mistik bir doktrini politik bir harekete dönüştürürken, Kunta Hacı veya bilhassa onun mürîdleri, şeyh, naib ve vekillerini karakterleri bu görevlerle asla bağdaşmayan kimselerden seçmekle hata ettiler. Gerçekten de onların tercihleri, enerjisi ve özel kabiliyeti olmayan, sadece Kur’an’ı anlaması ve dindarlığı ile tanınan kimselere yönelmekteydi. Onlar bu kimselerden, başka hiçbir özellik istemiyorlardı. Çünkü herkes, Hristiyanlar’dan kurtulmak için maddî güce
değil, Hakk’ın yardımına güvenmek gerektiğine inanıyordu. Bu ise ancak iyi niyetli ve Allah’a itaatkar kimseler vasıtasıyla gerçekleştirilebilirdi. Nitekim bazı bölgelerde, mesela Argun kazasında, aynı şekilde Kur’an’ı anlama ve yeni doktrine fanatik bir bağlılıktan başka özelliği olmadığı halde tasavvufla politikayı bağdaştırmak isteyen iki geri kafalı şeyh ve vekil görülebilmişti. Bunların her ikisi de dürüst ve dindar fakat tamamen zararsız kimselerdi. Öyle ki, Kadiriyye’nin tam bir bunalım içerisinde olduğu Çeçenistan’da, halkın gözünde prestijlerini artırmayı istemediğim için onlara karşı tedbirler almayı uygun bulmadım.

Bütün bunlardan dolayı Kadiriler en ufak bir başarı sağlayamıyorlardı. Bölge komutanınca alınan sıkı tedbirler, en taşkın birkaç yobazın tutuklanması ve nihayet Kunta Hacı’nın bölgenin dışında sürülmesi, yüzeysel durumda basit bir zihin kargaşasına indirgeyerek, hareketi daha başlangıçta etkisiz hale getirmiştir. Bütün Doğu Kafkasya’yı ateşlendirme tehlikesi taşıyan Kadiriyye hareketinin fanatizmini engellemek ve zihinleri bulandırmamak için aldığımız en etkili tedbirler arasında, bize sadakatini devam ettiren mollaların va’azları yer almaktadır.

Terek bölgesinin komutanı, dînî inançsızlara karşı alınacak zorlayıcı tedbirlerin, olsa olsa geçici tedbirler olabileceğini düşünüyordu. Bunun için o, bölgedeki müslüman din adamlarından, halkın ve dinin selameti için, söz ve ikna gücüyle halk üzerinde baskı uygulamalarını istedi. Genellikle Çeçen din adamlarının entellektüel seviyesinin Dağıstan’Iı din adamlarınınkinden çok daha düşük olduğunu söylemek gerekir. Fakat orada kültürlü mollalar pek nadir ise de, İslam’ın ortaya çıkışından beri ailelerinin ülkede işgal ettikleri mevki sebebiyle etkili durumda olan pek çok bilgin vardır. Çeçenler nazarında molla, dîni prensibin temsilcisidir. Babalarının ve dedelerinin kendisi için yaşayıp öldükleri bu prensip ise efsanevî ve kutsal bir özellik taşıyordu. Halk üzerinde hangi gücün, din adamlarının en iyi temsilcilerinin metodunu uygulayabildiği kolayca tahmin edilebilir: menakıp kitaplarında oldukça çarpıtılmış olan ve katı ve sağlam karakterinin, tarafımızdan yapılacak her türlü dalavere imkanını Çeçenler’in gözünde ortadan kaldırdığı bir bilgin olan molla Abdülkadir’in büyük bir ciddiyetle lanse etmiş olduğu Kadiriyye tarikatı doktrininin geçersizliğini ilan etmek.

Kadiriyye problemi, sırf dinî bir problem haline gelmek için siyasî-dînî bir problem olmayı bıraktığından ve kaygan politika sahasından dinî tartışmalar sahasına geçtiğinden bu tarafa tehlikeli olmaktan tamamen çıkmıştır. Din adamlarının, Kadiriyye doktrininin İslam dininin esaslarına bile
aykırı olduğunu ilan eden sesi, yobazların gerçek gayesini ortaya koymuştur. Bu ses aynı zamanda karşımıza fanatik hale getirilmiş bütün bir halk değil, fakat sadece basiretten yoksun bir sürü karanlıkçının peşinden gittiği birkaç şahıs bulunduğunu göstermiştir. Kadiriyye müntesipler arasında gerçekten tehlikeli olmak için yeteri kadar enerjik ve etkili kişiler mevcut değildi. Kunta Hacı’nın halefi olan her iki şeyh de bir rol oynama kabiliyetinden yoksundu. Bunlardan biri olan Salam bir budala, Macik adındaki diğeri ise akıllı ve kültürlü, fakat enerjiden yoksun bir kişi idi.

Çok geçmeden yüzden fazla Kadiri’nin öldüğü Şali olayı patlak verdi. Tarikat mensupları, liderlerinin idaresi altında, silahsız ilahîler söyleyerek ve dans ederek, mevcut olmayan Kunta Hacı’nın olağanüstü gücüyle Allah’ın imdadına güvenerek taburlarımıza karşı yürüdüler. Şali olayı Kadiriler’in tüm güçlerini ve ümitlerini yok etti. Bu olay, tarikatın açık veya gizli taraftarlarına bize karşı mücadele etmek için imamın dualarının yetmediğini kuvvet gerektiğini göstermek suretiyle Çeçenistan’ı uyandırmıştır. Yobazlar ise, ülkenin en iyi insanlarının bizim yanımızda yer almasından bu tarafa bu gücü kaybetmişlerdi. Halbuki, din adamları, Kur’an’ın ruhuna aykırı olduğunu isbat ederek yeni doktrinin geçersizliğini durmadan ilan ediyorlardı Artık Kadiriler kendilerinde bir isyan için gerekli olan unsurları bulamıyorlardı. Üstelik bunlar dine karşı gelerek, bütün halkla değilse bile, en azından etkili din adamları ile anlaşmazlık içine giriyorlardı.

Burada hatırlatmak gerekir ki, İslam felsefesine göre insan üç unsurdan teşekkül etmiştir : beden, ahlak ve akıl. Bu unsurların her biri, İslamî öğretinin üç kısmını oluşturan şeriat, tarikat ve marifet’in her birinin kanun ve kurallarına tabidirler. Dağıstanlılar, henüz hiç kimsenin Ma’rifet’in en yüksek manevî derecesine ulaşmadığına, tarikat makamına ulaşanların da pek nadir olduğuna inanmaktadırlar. Sadece, Şeyh Şamil’in mürşidi ve kayınpederi Kazikumuhlu Cemaleddin «bir tarikat adamı» idi. Şamil’e gelince, Dağıstan’ın imamı olmuş olsa da onun ahlakî kemal derecesi Şeriat derecesi idi. Fakat Kadiriler, üstadları ile şeyhlerinin hepsinin tarikat makamına ulaşmış olduklarını iddia etmektedirler. Melekler vasıtasıyla bizzat Allah’la konuşan üstadları, kemalin en yüksek derecesine bile ulaşmış olmalıdır. Anlaşılıyor ki, dinin ruhuna bu kadar aykırı bir doktrin, din adamlarının ve mevcut düzene uygun tarz-da düşünen bütün müslümanların muhalefeti ile karşılaşmadan edemiyordu ve tarîkatı etkisiz hale getirmek için bu muhalefeti kullanmak kafî gelmekteydi.

Çeçenistan’da doğan Kadiriyye doktrini işte böylece, ortaya çıkar çıkmaz etkisiz hale geldi. Yobazların onu tekrar canlandırma gayretleri de boşuna oldu. Şeyhlerden biri olan Salam tutuklandı, Macik adlı diğeri ise ortadan kayboldu. Bu halk dramında rol oynayanların en aktif ve en tehlikelisi olan Abrek Vara öldürüldü. Bu kişi Kadiriler tarafından Şali olayından sonra kendilerine naib seçilmişti. O, kendisini layık görmediği için bu unvanı reddettiyse de, tarikatı tekrar canlandırmak ve dağılan mürîdleri toplamak için olağanüstü bir faaliyet gösterdi. Müstesna bir cesaret ve enerji sahibi olan Vara, kendi tipindeki insanların maalesef Dağıstanlılar nezdinde asla sahip olmaktan yoksun olmadıkları bir prestijle çevrilmiş gerçek bir halk kahramanı olma noktasında idi. Onun ölümü tarikatın ümitlerini sona erdirdi.

Vara, Atabay’ın abrek grubunun üyesi idi. Atabay tutuklanınca grubu dağıldı; sadece Vara, bir abrek hayatını sürdürmeye devam etti. O, bazan Horsenov ormanlarında gizleniyor, bazan da Çeçen köylerinde yaşıyordu. Bu zamanlar süresince işlenen cinayetlerin büyük kısmı ya Vara tarafından veya onun iştirakıyla işlenmişti. Kadiriyye’nin müntesibi olan Vara, Şali olayında vekil olarak yer aldı. Onun halk üzerindeki etkisi günden güne arttığı için, ona bir son vermek zaruret halini aldı. Chaberloy kazasının nâibi Gudenat, onun izini takip etmek, yakalamak veya öldürmekle görevlendirildi. Vara’ya karşı bir kan borcu olan Gudenat, onu Novo-Ataginsk köyünde ele geçirdiğini bize haber verdi. Bir süvari mangası Vara’nın sığındığı evi kuşattı. Onun durmadan Kadiriler’in dualarını okuduğu üç saatlik bir silahlı çatışmadan sonra Gudenat’ın attığı bir kurşunla yaralandı. Nihayet Vara ölülerin duasını okuyarak elinde kılıç, askerlerimizin üzerine atıldı ve öldürüldü.

Onun hatırasına bir şarkı bestelediler ve Gudenat’ın ihanetini belirtmek üzere, Çeçenistan’ın yolları boyunca, gelip geçenlerin Vara’nın katilini lanetleyerek yeni bir taş ilave etmeleri gerektiği taş yığınları diktiler. Oldukça etkisiz olan bu intikam, abrek Vara’nın Çeçenistan’da elde ettiği büyük önemi göstermektedir.

Vara, kaybolmak üzere olan bir tarikatın son ve en tehlikeli temsilcisi oldu ve bu liderin ölümüyle tarikatın siyasî varlığı sona erdi. Hiç şüphesiz Kunta Hacı‘nın fikirlerinin halk içinde bir süre daha varlığını devam ettirebildiği, fakat kısa bir süre sonra Dağıstanlılar’ın «arz-ı mev’ûd»u (hasretini çektikleri toprak) olan Türkiye’ye bir göç ümidinin, dikkati başka yöne çevirdiği de bir gerçektir.

Bir süre bölgenin sükunetini tehdit eden Kadiriye hareketi böylece sona erdi ve orada gelişmenin ve medenî ruhun ilerlemesini yıllarca geciktirdi. Bu olayların üzerinden pek çok yıl geçmiş olsa da, bu gün halk kaybolmuş olan tarikattan sadece çok az bir şey hatırlıyor. Bu ise zamanımız anlayışının bazı şartlarda, Avrupalılar’ın zihniyeti üzerinde olduğu kadar, müslüman fanatikler üzerinde de etki yapabildiğini isbat etmektedir.

 

Aİppolitov
Fort Shatoy
15 Kasım 1968

 

 KAYNAK: Sûfi ve Komiser; A. Bennigsen, C.Lemercier-Quelquejay, s. 318-327, (Fransızca’dan Çev. Osman Türer) , Akçağ Yay., Ankara, 1988.