İMAM ŞAMİL HAKKINDA BİR RUS RAPORU
İmam Şamil tarafından 1842’de hapsedilmiş olan Teğmen Orbeliani’nin,
Şamil imamlığının (İmameti’nin) dînî, sivil ve askerî yönetimi ile ilgili raporu:
(1843)
Orijinali için bk.: «Tsentral’ynyi Gosudarstvennyi Voenno Istoricheskii Arkhiv-Voenno Uchenyi Archiv», Moskova, fond. 6478, fol. 73-96, “Dvijenie Gordsev Severo-Vostochnogo Kavkaze v 20-50 gg. XIX veka”, Mahaç-Kala. 1959, doküman No. 221,s. 412-413’e istinaden.)
Bütün bağımsız Dağıstan’la bütün Çeçenistan, bugün, imamları, en üst düzeydeki yöneticileri ve kafirlere karşı savaştaki liderleri olan Şamil’e itaat etmektedirler. Nitekim, dînî, idarî ve askerî bütün güçler onun şahsında top-
lanmıştır.
Dinî yönetim :
Dinî liderlik, Şamil’in hızlı bir şekilde yükselişini temin eden gerçek sebebi teşkil eder. Şeriat kanununun yayılması da, müslümanların gözünde, onun bize karşı yaptığı savaşın meşru zorlayıcı sebebidir. Bundan dolayı Şamil her türlü vasıtayı kullanarak, bir destek bulmak ve fanatizmle mürîdizmi geliştirmek için arkadaş temin etmek maksadıyla din adamlarını kışkırtmaya çalışmaktadır. O, bu maksatla pek çok köyde önemli sayıda öğrencilerin bulunduğu okullar açtı. Din adamları ile Şamil’in taraftarları bu okullarla güçlenmiş bulunuyor. Zîra çocuklar ve gençler bu okullarda İmamın düşüncesine göre, yani Şeriat’ın ve mürîdizm (tarîkat)in amacına uygun bir eğitim görüyorlar. Bütün mollalar ve tüm kültürlü kesim, Dağıstanlılar nezdinde büyük bir saygınlığa sahiptir. Şamil, kendisinin Peygamber’in temsilcisi (stavlennik) olduğu ve Allah ve din için savaştığı fikrini aşılayarak, halk üzerinde işte bu kişiler arasında etkili olmaktadır. Peygamber’le gayb aleminde buluşup görüştüğü söylentisini yaymak suretiyle, saf Dağıstanlıların ruhuna tam manasıyla hakim olmayı başarmış ve onlardan yararlanmıştır. İşte buna bir örnek: Şamil, Eylül’ün ilk günlerinde, kader kitabının. Ramazan ayının ortasında yani 15 Eylül gecesi ilahî bir sesin işitileceğini, Şeriat kurallarına riayet etmeyen günahkârlardan bu sesi işiten herkesin öleceğini ve cehenneme yuvarlanacağını ilan etmekte olduğunu bildirdi. Bu uğursuz sondan sakınmak ve bu korkunç sesi işitmemek için, İmam herkesin tek tek ve topluca yatsı namazından sonra (gece saat dokuz civarında) bütün gece boyunca “La
ilahe İllallah” diye zikrederek Allah’ın yüceliğini ilan etmesini emretti. Bu durum karşısında insanlar çılgına döndü. O sırada ben Gümbet kazasının Kadari köyünde idim, arkadaşlarım ise Dargo’da idiler ve hepimiz gece boyunca çılgın halkın bir an bile durmaksızın başını sallayarak ve bütün vücudunu hareket ettirerek olanca güçleriyle sıçrayıp durduklarını gördük ve işittik. Onlardan pek çok kişi çarpıntıya yakalanmıştı ve ağızlarından salya akıyordu. Eğlence korkunçtu ve vahşî çığlıklar bütün Dağıstan üzerinde gece boyunca çınladı. Şafakta her şey sakinleşti. Müslümanları günahlarından temizlemek için harekete geçiren böyle bir taşkınlığa «cezm» veya tarîkat adı verilmektedir.
İmamlığın Yönetimi :
Konu hakkında iyi bilgi sahibi olan kimselere göre, Şamil’in iktidarı bugün yüz-yüzelli bin aileye kadar yayılmıştır. Birbirinden farklı özellikteki bu ilkel Dağıstan topluluğunu iyi bir şekilde yönetmek için, Dağıstan ve Çeçenistan, her biri, yetki ve sorumluluk sahibi birer «naib» tarafından yönetilen» naibliklere bölünmüştür. Onların kontrolünü elde tutmak ve emirleri daha çabuk uygulamak için birçok naiblikler, özellikle Rusların elinde bulunan yerlere yakın bölgelerde, naiblerin tutum ve davranışlarını gözetleyen ve Şeriat kanununa aykırı herhangi bir davranış haiinde onları cezalandıran veya Şamil’e ihbar eden bir liderin idaresi altındaki bir bölge (oblast) veya bir kaza (okrug)ya bağlanmışlardır.
Üç tane bölge mevcuttur :
a) Çeçen bölgesi Lideri : Şali adlı Çeçen köyünde oturan ve büyük bir saygınlığı olan, Şamil’in Kazıkumuh’lu kayın pederi Abdullah Tsakhar. Aşağıdaki naiblikler onun yetkisi altında bulunmaktadır:
1. Şubuta ve Cabarla Naibi : Mütevaffa Cevat Han’ın yerine geçen Şuayb Molla.
2. Büyük Çeçnia Naibi : Ahverdi Muhammed.
3. İçeri Naibi : Şuayb.
4. Oh Naibi : Ulu-Bey.
b) Avar bölgesi Lideri : Hacı Murat. Bu zat, Tloh, Tehnutsal, Ahvan ve Karata’nın bağımsız toplumları ile İgali’nin görevden alınmasından beri Kaysubu toplumunun köylerini idare etmektedir.
c) Andalal bölgesi Lideri : Tilitli’li naib Kibit-Muhammed.
1. Gidat’l.
2. Andalal. Naib, Muhammed Kadı.
3. Karah ve Tleiseruh-Naib, Karah’lı Abdurrahman Dîbir.
Bogulal, Kiyalel, Cemalal ve Unkrat kazaları iki naib tarafından yönetilmekte, fakat bir bölge oluşturamamaktadırlar.
Andi bağımsız bölgesi, özel bir naib olan Andi’li kadı tarafından yönetilmektedir.
Salato ve Gümbet, Gümbet’li naib Ebû Bekr (Abakar) Dibir tarafından yönetilmektedirler.
Dido, Antsuh, Halal ve Lezgin Dağları’nın doğu kısmında bulunan diğer bazı toplumlar tarafsız vaziyettedirler.
Şamil, her köye, işleri Şeriat kurallarına göre karara bağlayan bir kadı veya molla yerleştirmiştir. Bu kadı veya molla, bazı özel durumlar için naibe veya daha da yukarı, son kararı veren, fakat kararlarını Kur’an’a ve Şeriat’a uygun olarak veren Şamil’e başvurur. Bu sebeple, onun emirleri tartışılmaksızın yerine getirilir. Bu emirlerin uygulanıp uygulanmadığını ve daha genel manada işlerin gidişatım ve halk ile kadı’nın ruh halini gözetlemek için, her köyde Şamil’in «murtazikat» adı verilen ve bir savcının veya bir sivil polisin fonksiyonlarını icra eden güvenilir bir kimsesi bulunmaktadır.
İmamlığın yönetimi ile ilgili işler ve son derece önemli yargı işleri için, geçen yıl (1842) Cemaleddîn’in teklifi üzerine Dargo’da, ilmiyle ve Mürîdizm’e ve Şamil’e bağlılığıyla meşhur kimselerin kaldığı özel bir Konsey -Dîvanhane- kurulmuştur.
Şeriat :
Dağıstanlılar’ın da dedikleri gibi, Şeriat’ın ve Kur’an’ın katı kuralları onların sert ve acımasız ahlaklarını hakimiyeti altına almış ve hırsızlık ve hatta bugün artık eski anlamını kaybeden kan davası gibi son derece yerleşmiş birçok geleneklerini yok etmiştir. Kavga ve öldürmeler nadir hale gelmiştir. Kavgalara engel olmak ve belki de komploların ve kitle ayaklanmalarının önüne geçmek için, Şeriat, evlerin dışında üçten fazla kişinin toplanıp tartışmalarını katı bir şekilde yasaklamaktadır.
Tutuklu olduğum sekiz ay süresince, sadece bir tek kavga vakî oldu : Bir Çeçen, diğer bir Çeçen’in burnuna bir yumruk atarak yaraladı. Her ikisi de Dargo’ya gönderildi ve Dîvan, yumruk atanın tıpkı diğerini yaraladığı gibiyaralanmasına karar verdi. Bu karar, bu iş için bir ruble (Rus parası) alan cellat tarafından derhal yerine getirildi. Bu tür kararlar, göze göz, dişe diş, ve kana kan ile mukabele etmeyi tavsiye eden Şeriat kurallarına dayanmaktadır. Kavga edenler kendi arzularıyla barışmadıkları taktirde, onların bir mahkeme kararı olmaksızın bu tür cezaları uygulamaları kesinlikle yasaktır. Adam öldürmenin cezası ölümdür. Şayet maktulün yakın akrabaları, dökülen kana karşılık belli bir para almayı kabul ederek katili affederlerse ölümle cezalandırılmaz. Maktulün küçük yaşta çocukları varsa, katil bir hapishaneye atılır ve çocuklar büyüyünceye (18 yaş) kadar orada tutulur. Çocuklar büyüdüklerinde, katili ya öldürtür, ya affeder ya da akan kana karşılık para (fidye) alabilirler.
Eşlerden birinin diğerini aldatması ve gayrimeşru cinsel ilişkiler sert bir şekilde cezalandırılmaktadır. Dargo’da kaldığım sırada, genç bir Çeçen genç bir kızı iğfal etmekle suçlandı. Kaçmayı denediyse de tekrar yakalanarak idam edildi (ayak altında çiğnenerek öldürüldü). Genç kızın annesi ise bir göletde boğuldu.
Hırsızlık da aynı şekilde cezalandırılmaktadır. Ben Dargo’da iken, Dîvan, biri bir şal, diğer de küçük bir bakır ibrik çalan iki hırsızı yargıladı. Mahkeme, hırsızların burnuna bir sicim geçirilmesini ve şal ile ibriğin oraya bağlanmasını emretti. Daha sonra hırsızları, döverek ve hırsız olduklarını ve uygulanan cezanın yerinde oiduğunu zorla bağıra bağıra söyleterek köyde dolaştırdılar. Bazen hırsızların elini kestikleri veya gözlerini oydukları veyahut idam ettikleri bile vaki olmaktadır. Şarap, votka ve diğer alkollü içkiler kullanmak da aynı şekilde ölümle cezalandırılmaktadır, Aynı ceza, günde beş vakit namaz kılmayan mürîdler için de öngörülmüştür. Diğerleri, günde yirmi iki (rekat) namaza riayet etmektedirler. Tütün içmek, ipek elbise giymek ve daha başka lüks eşyalar kullanmak da yasaktır.
Şamil, iyi yönetimi, emirlerin örnek bir şekilde yerine getirilmesini ve bilhassa şeriat için gösterilen gayretleri, at, sürü, silah, pamuklu kumaş ve para gibi hediyeler vererek mükafatlandırmaktadır.
İmamlığın Gelirleri :
Şeriat kanunu, din adamları ve camîlerin, fakirlerin, yetimlerin ve sürekli «gazavat» yani kafirlere karşı savaş halinde bulunması gereken ordunun ihtiyaçlarına tahsis edilen Şeriat hazinesini oluşturan özel gelir kaynakları tesbit etmiştir. Din adamlarının ve yönetimin lideri ve silahlı kuvvetlerin idarecisi olduğu için, bu gelirler Şamil’in insiyatifine bırakılmıştır ve onları istediği şekilde kullanmaktadır. Fakat o ölünce veya imamlığı sona ermesi halinde, hazinenin fonları onun halefine geçmektedir.
Çeşitli gelir kaynakları şunlardır:
a) «Zekat» veya bütün toprak ürünlerinin onda biri (öşür). Besiciler her elli koyundan birini vermektedirler. Sürüsü elli koyundan az olanların hiçbir şey ödemesi gerekmez.
b) «Humus» veya savaş esirlerinden elde edilen ganimetin, yahut esirleri satmakla elde edilen gelirin beşte biri.
c) «Beytu’l-mal» yahut çeşitli cinayet veya suçlar dolayısıyla alınan para cezalarından elde edilen gelirler ve idam edilen suçlunun malları.
Silahlı Kuvvetler ve Askeri Yönetim :
İlk çağrı yapılır yapılmaz naibler, Şamil’in istediği sayıda piyade ve süvariyi takdim etmek zorundadırlar. Genellikle bu piyade ve süvariler on aile için bir piyade veya süvari ile sınırlandırılmıştır. Fevkalade durumlarda, (savaş hattına) en yakın bağımsız toplumlar toptan çağırılmaktadırlar. Halbuki en uzak toplumlar, verilen zaman içerisinde temin edebildikleri kadar savaşçı sağlamaktadırlar. Geçen sonbahar, silah taşımaya elverişli bütün Lezginier’e (Dağıstanlılar’a) bir at temin etmeleri emredildi. Bunun için yeterli parası olmayanların, topraklarının veya mallarının bir kısmını satmaları gerekiyordu. Aksi takdirde tutuklanmakta ve hapsedilmekteydiler. Hatta küçük yaştaki erkek çocuklar bile, kullanmasına alışmak için silah taşıma emri aldılar.
Mürîdlerin sözlerine dayanan yaklaşık bir hesaplamaya göre, Şamil kısa bir süre içerisinde yirmi ile otuz bin süvari ve piyadeyi harekete geçirebilmektedir. Piyadeler onun kuvvetlerinin yaklaşık üçte ikisini temsil etmektedir.
Şamil’in Dağıstan’lı güçleri ünitelere bölünmüş değildirler ve savaşa naiblerinin kumandası altında düzensiz bir kalabalık halinde gitmektedirler. Buna karşılık Çeçenistan’da, bilhassa Şuayb ve Ulu-Bey’de kuvvetler yüz kişilik ve beşyüz kişilik gruplar halinde bölünmüştür. Bu bölükler üçgen ve beşgen yıldız şeklinde ayırdedici işaretlere sahiptirler.
Baskına giden her Dağıstanlı’nın günlerce yetecek erzak götürmesi gerekir. Daha sonra gerek köylerde toplanan erzaktan, gerekse ganimetten gerekli ihtiyacını alır. Bazan Şamil onlara bir miktar para vermektedir. Nitekim O, Oisungur baskını sırasında her on savaşçı için bir ruble dağıttı.
Bu kuvvetlerden başka, Şamil’in Çirkey ve Gimri’den kendisine katılıp Dargo ve havalîsine yerleşen üçyüz aile tarafından sağlanan özel bir muhafız birliği vardır. Bu birliği oluşturan kimseler, Şamil’e mutlak bir şekilde bağlı olan sadık kişiler olup, Ruslar’a asla boyun eğmeyeceklerine, Şamil’i hiçbir zaman terketmeyeceklerine, yağma ve ganimetten istifade düşüncesi taşımayacaklarına ve örnek bir şekilde Şeriat kurallarını yerine getireceklerine dair and içmişlerdi. Bunlardan ikiyüz kadar kişi, kendilerine ihtiyaç malzemeleri, silah, at ve sık sık hediye para veren Şamil’in yanında sürekli olarak muhafızlık yapmaktadırlar. Aileleri evlerde oturdukları halde, bunlar için hususi bir kışla inşa edilmiştir.
Şamil’in bütün topları, «edinorog» (hafif ve kısa bir top) ve «falconet» (eski bir hafif top)’tan müteşekkildir. Bunların barutlarını Dağıstanlılar üretmektedirler, fakat kurşunları olmayıp, bakır gülleler veyahut da kilden yapılmış ve kurşunla kaplanmış gülleler kullanmaktadırlar.
Her bağımsız toplumun, ayırdedici işareti bulunan özel bayrağı vardır. Şamil’in üç, naiblerin her birinin ise iki bayrağı vardır. Bunlardan biri sarı, diğeri de etrafı kırmızı ile çevrili beyaz renktedir. Yürüyüş sırasında ve savaşta etrafı bayrak muhafızları ile çevrili olup, onu bir an bile elden bırakmazlar. Bayrak savaşçılara yaklaşınca, savaşçılar yaylım ateşi ile onu selamlarlar.
Cesaret isteyen müstesna işler çeşitli hediyelerle mükafatlandırılmaktadır. Çeçenistan’da Şuayb ve Ulu-Bey kahramanca işler için bir madalya veya üzerinde «La havle ve La kuvvete illa Billah» ayeti yazılı bir yıldız vermektedirler.
Şamil’in halkın gözünde yükselmek için Kullandığı Politik Vasıtalar :
Şamil, saf Dağıstanlılar’ın gözünde daha da yükselmek için çeşitti siyasî tedbirlere başvurmaktadır. Böylece onları, Osmanlı Sultanı ile Mısır Paşası’nın kendisini tavsiyelerde ve para yardımında bulunarak hareketiyle yakından ilgilendiklerine ve hatta silahlı kuvvetleriyle imdadına yetişmeye söz verdiklerine inandırmaya çalışmaktadır. Bu inancı daha da yerleştirmek için, ya önemli mesajlar aldığı yahut da Türk veya Mısır büyükelçilerini veya kendisinin de elçiler gönderdiği Kabarda’nın prenslerini kabul ettiği bahanesiyle günlerce bir yere kapanıp ortaya çıkmadığı da olmaktadır. Bu tür haberler, bulunduğumuz hapishaneye kadar bile ulaşıyordu. Gerçekten de, geçen Ağustos’ta, yanlarında mektuplar getiren Kabardlar, Şamil’i ülkelerine gelmeye davet etmek için Dargo’ya gelmişler ve hediyelerle uğurlanmışlardır. Aynı ay, Şamil güya Sultan’ın ve Mısır Paşası’nın yanına üç mürîd göndermiştir. Bunlardan biri Çirkey şeyhi, biri İtina Musa adında Balahani’li bir adam, üçüncüsü de artık ismini hatırlamadığım birisidir. Bu mürîdier seksen ruble aldılar ve Şamil’in Sultan’a ve Paşa’ya, yıllardan beri Allah, Peygamber, iman ve hürriyet için mücadele eden Dağıstanlılar’ın ne derece bitkin ve yoksul olduklarını anlattığı bir mesaj götürmeleri gerekiyordu. Şamil onlardan, şayet gerçekten müslüman iseler
Rus tahkimatlarını yıkmak ve onları müslüman topraklarından kovmak için ordularıyla, topçularıyla ve para ile gelip kendisine yardım etmekte acele etmelerini rica etmektedir. Saf Dağlılar da bu hikayelere inanmaktadırlar ve Sultan’la Muhammed Ali (Kavalalı)’nın hemen koşup gelip kendilerini kurtaracaklarına inanmış durumdadırlar. Hatta Şamil’in mürîdierine güya Sultan’dan gelen, büyük mühürlü kağıtlar üzerine yazılmış mektupları gösterdiği de vakî olmaktadır. Fakat gerçekte bu mühürler bile Dargo’da Erpeli asıllı bir mücevheratçı olan Butam Üstad tarafından imal edilmiştir.
Cemaleddîn :
Bu çeşitli tedbirler sayesinde Şamil Dağıstanlılar’ın gözünde büyük bir prestij elde etmeyi başarmıştır. Fakat şeriatçı hareketin ilk zamanlarına nisbetle fanatizm artık aynı değildir ve Şamil’in velî olduğu inancı artık eskisi kadar sağlam değildir.
Halbuki, Dağıstan’da imamlığın ilk günlerinden bugüne kadar her an ve her yerde en büyük saygı ile kabul gören bir adam var ki, sakin ve sesiz hayatı, menfaat gözetmemesi, doğruluğu, adaleti, ilmi, asaleti ve Şeriat kurallarına sıkı bağlılığı, halk nazarında ona bir veli şöhreti kazandırmıştır. Bu doktrinin ilk öncüsü ve Gazi Molla, Hamzat Bey ve Şamil’in üstadı bu adam olmuştur. Dağıstan’da onunla ilgili pek çok menkıbe anlatılmaktadır. Anlatıldığına göre melekler onu birçok kez Kazikumuh’lu Arslan Han’ın işkencesinden kurtarmıştır. İnsanlar onun meleklerin eşliğinde havalarda uçtuğunu ve yüzünün göz kamaştırıcı bir şekilde parladığını görmüşlerdir.
Cemaleddin, Gazikumuh’ta doğmuş ve Sogratl’a yerleştiği geçen yıla kadar orada yaşamıştır. O, Muhammed’in soyundan olan bir seyyid aileye mensuptur. Arslan Han ona Kazikumuh hanlığının onbeş köyünün yönetimini vermiş fakat dünya hayatının faydasız sıkıntısından bıkan Cemaleddin bu köylerin yönetimini reddetmiş ve o andan itibaren zamanını namaz kılmak ve Kur’an’ı incelemekle geçirerek, 1828-1829’da Han’ın sarayında “mirza” olarak yaşamıştır. Onun bir velî, âlim olarak şöhreti kısa sürede bütün Dağıstan’da yayıldı. O sırada Gazi Molla sadece basit bir molla idi, fakat ilmiyle eskiden beri çok meşhurdu. Cemaleddin’in büyük bir velî olduğu hakkındaki söylentilerin yaygınlaşması üzerine Kazikumuh’a gitti. Orada Cemaleddin kendisine Kur’an’ın sırları ile İslâm inancının ve Mürîdizm’in anlamını anlattı ve Şeriat’la ilgili tanımadığı bir kitabı hediye etti. Gazi Molla’nın akıllı ve sağlam karakterli birisi olduğunu anlayan Cemaleddin, onu şeriatçı hareketin yönetimini ele almaya ikna etti. Onun Ruslar’a karşı savaşa girmesini kesinlikle yasakladı ve çalışmalarını, medeniyetten yoksun Dağıstanlılar’ı doğru yola sevkederek onalrda yerleşmiş olan kötü alışkanlıkları ve gelenekleri yok etmeye yöneltmeye teşvik etti. Sonra da ona hayır duada bulundu.
Derin bir düşünceye dalan Gazi Molla, Gimri’ye geri döndü ve iki hafta süreyle ne halkın arasında, ne cemaatte, ne camîde kılınan vakit namazlarında ne de cuma namazında görüldü. Nihayet bir cuma günü camide halkın önüne çıktı ve güzel hitabetiyle Şeriat’ı ve Mürîdizm’i anlatmaya koyuldu. Halk hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. İhtiyarlar başlarına sarık sardılar ve evlerine döndüklerinde votka ve diğer alkollü içki küplerini, hatta pipo ve tütünlerini bile attılar. Daha sonraki gelişmesi çok iyi bilinen Mürîdizm böyle doğdu.
Dağıstanlıların ahlakını düzeltmek için bu zararlı doktrini kendisinin velî oluşu üzerinde kurmuş olan Cemaleddin, Mürîdizm’in teşvik ettiği karışıklıklara bulaşmayarak, hiçbir hususta hayatını değiştirmedi. O, bu karışıklıkları önceden tahmin etmemiştir ve taraftarlarının Ruslar’a karşı yürüttükleri mücadeleyi tasvib etmemektedir. O, boşu boşuna kan akıtmayı kınamakta ve katliamı durdurmaya çalışmaktadır.
O hiç bir gücü olmasa ve ülkenin işlerine asla karışmasa da, Dağıstanlıların O’na karşı sınırsız bir saygı ve sevgisi vardır.
Cemaleddin‘in Dargo’da nasıl bir tutku ve saygı ile kabul gördüğüne şahit oldum. Kadın, çocuk, bütün Dargo’lular O’nu görmeye atılıyor, cübbesinin eteğini öpüyor ve «La ilahe illallah Cemaleddin Veliyyullah» sözleriyle selamlıyorlardı. Bütün meclisin önünde Şamil, büyük saygı işareti olarak O’nun elini öptü:
Ertesi gün, yukarıda bahsettiğim eylül «cezm»inden sonra Cemaleddin, Dargo sakinlerini camide topladı ve onlara bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında onları, Şeriat’a riayet etmediklerinden ve bilhassa, mürîd olarak değil fakat “mürted” olarak kendilerini seve seve kabul eden şehir sakinlerini yağmalayarak idare edildikleri Kazikumuh’taki faaliyetlerinden bahsetmek suretiyle fena halde bozdu. Sonra Şamil’e döndü ve şunları söyledi :
«Sana Ruslar’a karşı sllaha sarılmayı yasaklamıştım, fakat belki de kendi felaketin için beni dinlemedin. Bugün yine savaşa son vermeni tavsiye ediyorum. Şayet bunu istemiyorsan, hiç değilse sana söylediğimi hatırla. Eğer bir gün sen veya mürîdlerin müslümanları ve hatta Ruslar’ın idaresi altındaki insanları yağma ederseniz Allah’ın ve Rasûlü’nün laneti senin üzerine olsun. Mürîdizm için değil de, iktidar ve dünya menfaati gayretiyle imam olursan lanet olsun… Gerçek mürîd olmayıp da, ganimet ve kan dökme arzusuyla senin peşinden gidenlere de lanet olsun.
Korkunç «cezm» gecesi ile zaten sinirlenmiş olan halk, bütün gün hüngür-hüngür ağladı ve dua etti. Daha sonra Cemaleddin, Şamil’in şahsını korumaya and içmiş olan ikiyüz özel muhafızına, Şeriat’a riayet edeceklerine, günde beşle yirmiiki (rekat) arasında namaz kılacaklarına ve bütün yağmalama ve zengin olma arzularından vazgeçeceklerine dair Kur’an üzerine yemin ettirdi. Ben bundan tam emin değilim. Fakat Dargo’da bana geçen Kasım ayında Kizlar’a karşı yaptıkları baskın sırasında Nogaylar’ın köylerini yağmalayan, Çeçenler’in Cemaleddin’in konuşmasını müteakiben, birkaç baş hayvan ve kaybolmuş birkaç at müstesna, hemen hemen ellerindeki bütün ganimeti geri verdiklerini anlatmışlardı.
Cemaleddin benden ayrılırken şunları söyledi: «Oğlum, Ruslar’a, müslümanlar kadar onların da iyiliğini arzu ettiğimi şöyle. Allah hepimize yardım etsin. Ben bir derviş ve bir mollayım. Biliyorum ki, aynı inançta olmasak da, hepimiz aynı Yaratıcı tarafından yaratıldık. O halde karşılıklı olarak birbirimizi lanetlemek günahtır. Allah’a ısmarladık. Seni seven ve Allah’ın inayetiyle esaretten kurtaran adamı zaman zaman hatırla.»
Şamil’in Özel Hayatı :
Şamil, ülkenin işleriyle meşgul olmadığı vakitler, zamanını Kur’an veya başka dinî kitaplar okumakla geçirir ve oturma evleri veya bir değirmen inşa etmek gibi mahallî işlerle uğraşmaya dikkat eder. Oturma evi, son derece sade dört odası olan iki katlı bir binadır. Bütün inşaatlar kaçak askerler tarafından yapılmaktadır. İşte bu askerler Şamil için bir cami ve at ve öküzlerle çalıştırılan bir değirmen yapmışlardır. Bu, Çeçenler için büyük bir yenilik olup, her taraftan onu ziyaret etmeye gelmektedirler. Bizim askerlerimiz dağda çok ağır bir hayat sürmekte ve mahrumiyetin acısını çekmektedirler. Onlar, yaptıkları cinayetten (kaçaklıktan) pişman olmaktadırlar ve geri arkadaşlarının yanına gelmeye hazır durumdadırlar. Fakat cezalandırılmaktan korkuyorlar.
Şamil’in üç hanımı vardır. Gimri’li bir «özden»(köylü)in kızı olan Fatıma’dan dört oğlu olmuştur: En büyükleri olan Cemaleddin Sent-Petersburg’da (l. Nikolas’ın sarayındadır. Diğer oğulları Gazi-Molla ile Muhammed Şafi Dargo’da olup, Kur’an’ı incelemektedirler. İkinci ve en çok sevdiği hanımı, Anna Ulluhanova (Şuayna) adında Mozdok’lu zengin bir ermeni olup, esir alınmıştır. Bu hanımın kardeşleri onun için defalarca fidye ödemek istemişler, fakat Şamil asla ondan ayrılmak istememiştir. Gerçekten de o çok güzeldir. İçkeri’li general Grabbe‘nin emekli olmasından sonra bizi tekrar Andi’den Dargo’ya naklettiklerinde, bu hanım bizimle gelmiştir. Şamil onu müslüman etmiştir. O, Rusça, Ermenice, Tatarca ve Lezgince (muhtemelen Avarca) konuşmaktadır ve onunla serbestçe konuşabildik. Onu, kendi inancını, yakınlarını ve vatanını unutmuş ve bütün kalbini hıristiyanların düşmanına bağlamış olmasından dolayı kınadım. Bunun üzerine kalbinde hatıralarını muhafaza ettiğini, fakat güçsüz bir kadın olduğu için içerisinde bulunduğu durumdan kurtulamadığını, bir müslüman gibi namaz kılmasını zorla öğrendiğini, Şamil’i adet kabilinden sevdiğini ve onun kendisini sevgiyle kuşattığını, fakat Şamil’in kendisini tercih etmesini kıskanan birinci hanımının pek çok işkencesine maruz kaldığını söyledi. Ermeni hanım Şamil’in öyle başını döndürdü ki. Şamil onun her istediği şeyi yapmasına müsaade etti.
Geçen kasım ayında (1843) Şamil, bir Kazikumuh’lu olan Abdullah Tsakhar’in kızıyla evlendi.
Şamil Dargo’da asla uzun süre kalmaz. O, sürekli olarak hür cemiyetleri ziyarete gider ve orada naiblerin yönetimini ve Şeriat’ın uygulanışını kontrol eder.
Çeçenistan’a geldiği zaman, genellikle Dağıstan’lı bir muhafız grubunu yanında bulundurur, Dağıstan’a da bir Çeçen muhafız grubuyla gelir. Bunu daha büyük bir güvenlik sağlamak, her türlü olaya engel olmak ve terörü teşvik ederek prestijini artırmak için yapmaktadır. Onun muhafız grubu da binlerce askerden teşekkül etmektedir.
Biz kaçmadan önce Şamil sık sık bizi görmeye gelir, hücremizden çıkartır ve bizimle görüşürdü. Onun bizim hükümetimiz, Rusya, hayat tarzımız, ordumuz hakkındaki, güçlerin siyasî durumuyla ilgili, Türkiye’ye dair v.s. bilgileri, bilhassa Türkiye’ye, Mısır’a ve Mekke’ye giden hacıların anlattıklarına dayanıyordu. Bu haberlere göre, Mısır’lı Muhammed Ali (Kavalalı), bütün bir devleti eline geçirdiği, tüm müslüman milletlerin en üst seviyedeki hükümdarı olduğu ve hatta İngiliz ve Frenk (genel manada Avrupalılar ve daha özel anlamda Fransızlar) kafirlerini mağlub ettiği için, Türk Sultanı’ndan daha güçlü idi. Şamil bize şunları söylüyordu :
«Muhammed Ali yakında Rusya’yı mahvedecek ve ikinci Allahınızı hapse attıracak. Ülkenizîn ne parası var ne de ordusu. Ülkeniz oldukça küçük olup, Kırım’dan Kazan’a kadar uzanmaktadır. Moskova artık uzun zamandan beri mevcut değil. O Avrupalılar tarafından yıkıldı. Hapishanelerinizden kaçan insanlarımız, bir tek asker Rus köylülerden başka hiçbir şey görmediler. Mısır Paşası Dağıstanlılar’ın gözünde tabiat üstü bir varlık olarak gözükmektedir. Muhafızlarımızdan birisi. İstanbul’dan gelen Unstsukul’lu bir hacı olan Cebrail’in, Muhammed Ali’nin yüzbin kişilik bir ordusu olduğunu, askerlerinin alınlarının ortasında birer gözü olduğunu ve baştan ayağa çelik elbise giydiklerini anlattığını söyledi. Dağıstanlılar saftırlar ve birazcık aklı olan onları kolayca peşinden sürükleyebilir.» Şamil bundan başarıyla yararlanmaktadır.
Bir defasında ona dedim ki: «Şamil, Dağıstanlılar bize karşı savaşmakla ellerine ne geçiyor? Er veya geç boyun eğmeye mecbur kalacaksınız, fakat bu arada fakirlik ve sefalet sıkıntısı çekiyorsunuz.» Bana cevabı şu oldu :
«Ne yapalım. Fakat bütün sıkıntılarımız için Allah bizi öbür dünyada mükafatlandıracaktır. Sizin bu dünyada rahatınız yerinde, fakat öbür dünyada ebedî cezaya çarptırılacaksınız.»
Bunun üzerine dedim ki: «Sizin «İmamu’l-A’zam», Peygamber’in vekili ve din adamlarının lideri olarak kabul ettiğiniz Sultan, İran Şahı gibi bizimle barış içinde yaşadığı halde siz niye ona uymuyorsunuz? Bizim ulu hükümdarımıza tabî olursanız hem mutlu olacak, bizimle ticaret yapacak ve huzur içinde yaşayacaksınız, hem de Şeriat’ınızı yerine getireceksiniz.»
Şamil bana şu cevabı verdi: «Şüphesiz. Fakat Sultan’ın Muhammed’in Şeriatına sadakatle riayet ettiğine ve Türkler’in gerçek müslüman olduklarına gerçekten inanıyor musun? Onlar kafirlerden daha kötüdür. Ah onları bir elime geçirebilsem, Sultan’dan başlayarak keser, yirmi dört parça ederim! Dindaşları olan bizim Allah ve din için yıllardan beri Ruslar’a karşı savaştığımızı biliyorlar, fakat bize yardım etmiyorlar. Sen, «ulu padişahım» diyorsun, fakat dinsiz bir hükümdara böyle denebilir mi? Gökte bir tek Allah, yerde bîr tek padişah-Türk sultanı var. Başka hükümdar tanımıyoruz.»